osmanlı Teması
RSS
Siteye Giriş Favoriler
  • Büyük Tutkular Yeteneğinide Kendisi Yaratır.(Fatih Sultan Mehmed Han)
  • Davamız Kuru Bir Cihangirlik Davası Değildir Davamız Bilakis İslam Davasıdır(Ertuğrul Gazi)
  • Osmanlılar Kainat Tarihinin Gördüğü En Büyük İmparatorluklardan Birini Kurdular.
  • Osmanlı Başarısının İki Sebebi: Devlet Teşkilatında Mükemmellik Ve Askeri Teknikteki Üstünlük İdi.
  • Osmanlı Başarısının Asıl Sebebi: Adalet Düzenindeki Üstünlük Ve İnsaniliktir.
  • Osmanlı Bu Gün: Dünyanın Geri Kalan Devletleri Toplam Gücü Üzerinde Bir Kudrete Sahiptir.

Sultan Dördüncü Mehmed Biyografisi7

4. Mehmed Biyografisi7
4. Mehmed Biyografisi7
Kara İbrahim Paşa Düşerken!


Yukarıda padişahın soğuma mânasına gelen sadnazam-dan sıtkı sıyrılmıştı değişimizin sebebi, padişahın Boşnak Sa­rı Süleyman Paşayı sadarete getirmesinin ardından, Kara İb­rahim Paşa Üsküdar'da Bayram Paşa Yalısında oturulmasıyla emrolundu. Çok geçmedi ki, hac'ca gitmek üzere padişah-dan müsaade istedi. Bu sırada da kazan kaynamakta, biribi-rinden kurtulmak isteyen veziriazam namzetleri padişahın kulağına eski sadrıazam hakkında parası çoktur. Hac'ca giderim diye çıkacak bu paraylada Abaza Hasan gibi isyan bayrağını açar şeklinde nazariyeler ileri sürülerek, padişahın vehmi ayaklandırıldı. Para meselesi için padişah bir ferman yollayarak, beşyüz kese sefere yardım yapmasını emrettiğin­de, Paşanın cevabı benim o kadar param yok. Siz beni soya-cakmısınız? Şeklinde gelenlere lâflar etti. Bunun padişahın isteği olduğunu her halde fehmedemedi. Bu hâlde padişahı pekçe kızdırdı. Derhal malı müsadere olunan; İbrahim Pa-şa'ya> uygulanan işkence sonunda kırk gün geçmekle bera­ber, param yok diyenden padişahın beş yüz keselik isteğini param yok diye çeviren mazul sadrıazam, üçbinbeşyüz kese parayı kırk günlük soruşturma sonrasında ortaya çıkardı. Bu miktar paradan başkaca muazzam bir eşya ile pek kıymetli mücevherler çıkıverdi. Bunun üzerine Kıbrıs'a sevk edildi.

Orada ikamet ederken, elinin altındaki askeri, kendisinin sadaretini istemeye sevk ettiği haberi İstanbul'a eriştiğinde gönderilen ferman 1098/zilhiccel687/ekiminde katledilme­sine yettide arttı bile. Bu arada makamı sadarete gelmiş bu­lunan, Boşnak Sarı Süleyman Paşa, cepheye gitmeye yanaş­mamış ve bir türlü Osmanlı ile didişmekten imtina etmeyen Avusturya cephesine de Serhoş Ahmed Paşa'yı gönderdi. Ki­mileri ise bu seferler sadrıazam işi değil padişah işidir der dururken, bir kısım kimseler de padişah avı bırakıp, ya sefe­re ya başehre yâni İstanbul'a dönsün. Edirne; angarya öde­mekten yoksul düştü diye de mırıldanmaktaydı. Bu mırıldan­malar bir alarm idi. Bunu duymak ve mırıldanmayı kesecek iş yapılmalıydı! Bunun ne olduğu şimdi söylense neye yarar ki? Ancak, sunuda hemen ilâve etmek lâzım gelirki, padişah bir veziriazamına Yarın kale'ye git diyor, o ise Viyana'yı sıkış­tırıyor. Sadrıazam yaptığı birisi sefere çıkmayıp serdar tâyin ediyor. Avusturya'ya feci mağlup olmuş veziriazam, kendine gelen hediye kılıcı görünce işi atlattım zannedip, güngörmüş Paşayı öldürtmekten çekinmiyor. Sadrıazamı infisal ettiriyor, git otur surda diyor. Ben hac'ca gideceğim diyor. Beşyüz ke­se sefer yardımında bulun diyen padişahın adammi kovalı­yor. Sıkıştırıldığında ise beşyüz kese yerine üçbinbeşyüz ke­se ve haylice mücevherlerini buluyorlar. Şimdi söyleyin Allah aşkına, 4. Mehmed'in sefere gitmemesinden başka bir kaba­hati görünüyormu? Sefere gidipde, Sobiyeski Merzifonlu ye­rine 4. Mehmed'i sürüp geceydi. Ne olurdu Osmanlı devleti­nin hâli? Belli bir zaman diliminden sonra padişahın seferden alıkonması padişah yenilirse devlet biter. Paşası yenilirse, Paşa haylice bulunur! Bu anlayışı makul görmemek kâbilmi?



Sadrıazamla Beraber Değişim


Sadaret kaimakamı Süleyman Paşa, bu makama asaleten tâyininde kethüdası İbrahin Ağa rütbei vezaretle Şam Eyale­tine valiliğe atanmıştır. Bu arada denizciliktede değişime gi­dilmiş Mısırlızâde İbrahim Paşa'nın bu alandaki ustalığı ve kı­demi gözönüne alındığından, padişahın yanına Edirne'ye da­vetle, kapdani deryalık ihsan olunmakla beraber ayrıca ve-zarette verilmek suretiyle bu bâbda güzel bir iş yapılmıştır. Değişim rüzgarı esmeye devam etmiş ve Yeniçeri Ağası ile Sakız Muhafızı da, bundan nasiplerini almışlardır.

Kul kethudalığında bulunan Çolak Hasan Ağa, Yeniçeri Ağalığına getirilirken, eski yeniçeri Ağası Zülfikâr Paşa azil olunarak, Sakız muhafızlığına tâyini yapılmıştır. Padişah ise, bu sırada istanbul'a dönmeye karar vermişti. San Süleyman Paşayı Engürüs yâni Macaristan üzerine gidecek orduyu hü­mayuna serdarı ekrem tâyin ettiğinden birinci mirahur Recep Ağa'da sadaret kaimakamhğına getirildi. Meclisi, tâbiri diğer ile divânı yönetebilmek tecrübesinden mahrum olan Recep Paşa bir kaç toplantıda Sadrıazamın idare ettiği divân top­lantılarına katılarak adetâ kurs görmüş bunun üzerine top-

lantıda bulunanlardan ilk defa böyle bir duruma rastlayanlar vaziyeti endişe ile karşılamışlardır. Padişah'ın ise İstanbul dö­nüşünde Küçük Halkalı denen yerde ki mutad merasimle karşılanmasından sonra gösterilen resmî geçit seyredilmiş, nihayetlendiğinde herkes, arabalara binmek üzere gittiğinde, veziriazam kaimakamının yanında bulunan, Rikâbı hümayun kaimakamı, Vezir Mustafa Paşanın yanında kimse kalmamış, bunun üzerine padişahda atını onun yanına sürmüş ve bera­berce, yan yana at sürerek Eyüb Sultan Türbesine kadar bir­likte gitmişlerdir. Daha sonra da Vezir Mustafa Paşa Mora'da bulunan Anadolu muhafaza kalesi adlı bölgeye muhafız ola­rak gönderilmiştir.



Süleyman Paşa Ve Budın'ın Düşmesi


Yukarıda sadnazam'ın serdanekrem olarak görevlendirilip-de Macaristan üzerine gitmesinin emrediidiğini kaydetmiştik. Edirne ovasında son hazırlıklarını da tamamlayan serdanek­rem Belgrad üzerine doğru Tevekkel tü Tealallah deyip yola koyulduğu görüldü. Avusturya Kralı da adetâ bir haçlı ordu­su teşkil edip her çeşit silahla mücehhez ordusunu Budin Ka­lesi önüne yığmıştı. Takvimler bu sırada 1097/receb/25-1686/17/haziranı göstermekteydi. Bu târihin kuşatma haberi olduğu Boşnak Sarı Süleyman Paşaya ulaştı. Yapılan müşa­vereler sonucunda bulundukları yer olan Budin'e pek yakın Hamzabey mevkiinden hiç bölünemeden yürüyüşe geçip ka­leye yardım kararı tezekkür ettirildi. Lokumtepe denilen yere gönderilen bir keşif müfrezesi düşman askerinden serbestçe gezinenlerinden bir kaçını ölü, bir kaçını diri olarak elde et­miş ve sorguya çekmiştir.

Düşman Osmanlınında bu kaleyi koiay vermeyeceklerini tahmin ettiğinden ve onlarda bizim haber aldığımızı öğren­miş olabilİrlerki, tahkimlerini sade kale üstüne değil bilhassa hilal şeklinde, tertipledikleri kuşatmanın, toplarını yerleştirir­ken kale istikametinde atış yapanların hemen yanında, arka­dan geleceklere atış yapabileceği yöne çevrilmiş ve atışa ha­zır bir tarzda yerleştirmişlerdi.

Bu arada hemen şunu belirtelimki; Budin Kalesi yakının­daki menzil olan Hamzabeye geliş, 1097/şevval/2-1686/ağustos/22'yi bulmuştuki geçen bu zaman diliminde düşmanın, kaleyi hayli hırpaladığını görmek için bir bakış yeterdi. Bu bakışın hemen farkedeceği bir husus vard' ki, o da, Kalenin hemen karşısına düşen Kargabayırı idi. Düşma­nında en büyük korkusu kaleye yardıma, muhasaraya saldı­rıya hazırlanan Osmanlı birlikleri, bu Kargabayın'na hâkim olursa muhasaranın parçalanmaya mahkûm olduğunu teşhis ettiklerinden, bahse konu yeri bir güzel tahkim etmişler, tah­rip ve menzili uzun bir topuda yerleştirmişlerdi. Ayrıcada se-kizbin kişiden az olmayan bir kuvveti de mevzie yatırmışlar­dı. İslâm askeri Kargabayırın işgalini hemen yapılan harp di­vanında kabul edip buna girişmesi gerekirdi.

Ancak yapılan divan toplantısında da güngörmüşler denen bazi tecrübeli gaaziler ilk iş olarak Kargabayır Tepesini elde etmek lâzım geldiğini hatırlattılar ve bunun sonunda düşma­nı siperlerden çıkartmaya muvaffak olarak muhasarayı kıra­biliriz dediler. Fakat serdar'mda bu tekliflere sıcak bakmadığı yarın hep birlikte saldırıya geçeriz, sözü ortaya koymuştu. Bosna Valisi Sivayuş Paşa'nın askeri üzerine, düşmanın sal­dırıya geçtiği görüldü. Buradaki piyade askerininse, muka­vemete takat yetiremediği görüldü ve düşman bunları hırpa­larken Sarı Paşa'nın askerleri içine düşen korku hasebiylede, gerisin geriye Lokum Tepesine çekildiler, aslında buna çekil­me değilde adetâ firar desek duruma daha uygun düşer!

Bu firarı fırsat sayan düşmanlar bunların peşine takıldığın­da, yandan gelen askerimizin bir bölümü tam bir metanetle, karşısına dikildiği düşmanın boyunun ölçüsünü almaya baş­ladı. Bunların arkasını sarayın manevrası yapan haçlılar, yola çıktıklarının akabinde karşılarında Tatar ve Osmanlı Bahadır­ları ile karşılaştılar. Ortada kan ve revan içinde büyük bir mücadele yaşandı. Düşmandan hayli kişi cehennem çukuru­na yuvarlanırken, bizim yiğitlerimizinde bazıları cennet bağ-çelerine uruç eylediler. Bir gurub Dalkılıç Budin Kalesine gi­rip, mücahidlere güç ve metanet vermek istedilerse de, bir bölümü bu gayretle şehid olurken, bir kısmı da girmeye mu­vaffak oldularsa da, aldıkları yaraları pek ağır olduğundan bakıma muhtaç hâle geldiklerinden, maddi plânda, pek bir şeye yaramadılar denebilir! "Hakimi Mutlakın olmazsa bir İşde takdiri Müfît olmaz hezâr erbabı aklın re'yü tedbiri Ha-zeri men'i kader, kılmaz ne denlü kûşiş eylersen, Kazayı mübremin mümkin değil sa'y ile tağyiri" Mevlâmız, bir işin gerçekleşmesi için takdiri tecelliye murad ederse onu değiş-terecek hiç bir tedbir fayda vermez. Bu beyitteki mânai münif, buna delalet eden tasavvufi tarafida ağır basan bir dizedir ki, mezkûr Budin Kalesi 17/haziran/l 686'dan 2/ey-lül/1686'ya kadar süren düşman muhasarası ve onlarla, çar­pışan islâm askeri, savunma yapan kaledeki askerimiz yetmişaltigün kan döktü, can verdi şan aldı, baş aldı nam saldı fakat Takdiri Hüdâ; Budin'i düşman aldı. Budin'in düşmesi; her kaybedilen toprağın, her kaybedilen beldenin, insanımız-daki feryadlarını, asumana yayan vak'ayı teşki! etti. Hariciye eski bakanlarından Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü'nün oğlu Dr. Orhan Köprülü'nün hazırladığı, MEB yayınları arasında neş­redilmiş bulunan Köprülü'den Seçmeler adlı eserde Budin'in melûl bir beste ile okunan şarkısının güftesini sahifemize al­mak suretiyle, okurlarımıza sunmanın bahtiyarlığını yaşar­ken, sahifemizi de süslemiş olmanın, farkında olduğumuzu bilmenizide hatırlatırım.

, .

Büdin Şarkısı


Ötme bülbül ötme yaz bahar oldu

Bülbülün figanı bağrımı deldi Gül alıp satmanın zamanı geçdi

Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i *Budin'in içinde uzun çarşısı

Orta yerde Sultan Mehmed Camisi Kabe suretine benzer yapısı

Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i

Çeşmelerde abdest alınmaz oldu

Camilerde namaz kılınmaz oldu

Mâmur olan yerler hep harâb oldu

Aldı Nemçe bizim nazlı Budini *Cephane tutuştu aklımız şaştı

Selâtin Câmiier yanıp tutuştu Hep sabi sübyan âteşe düştü Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i *Serhadler içinde Budindir başı Kan ile yoğrulmuş toprağı taşı Çerkeş Alemdar şehidler başı Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i Kıble tarafndan üç top atıldı Perşembe günüydü güneş tutuldu Cuma günü idi Budin alındı Aldı Nemçe bizim nazlı

Budin'in bu hazin nazmını, yarım kalmış üç mısralı bir ağıtla târihimize kaydederek tamamlamış olalım. "Ben bir müftü kızıydım" sözleriyle başlayan esir edilmiş bir müftü kı­zının hicranımızı arttıran feryadı sonrasında: "Budin'in kalesi dörttür biri sahraya bakar Sokakları sel sel olmuş su yerine kan akar Al beni küffâr elinden Padişahım der Budin... Bu folklorik yakınmadan sonra askerimizin serencâmına avde-tedelim. Bunun üzerine askerimiz bunca uğraşa rağmen, mezkûr bölgeden geri çekilirken yolları üzerindeki İstol-ni/Belgrad kalesinin de bir savunmaya yakında İhtiyacı ola­bileceğinin endişesi içinde, Şeyhzâde Ahmed Paşa'ya veza-ret verilmek suretiyle, bu kale'de komutanlığa, tayini gerçek­leştirildi. Bu yolculuk esnasında, bölgeye uzak olmayan Ka-nije Kalesi Komutanı olan Tekfurdağlı Mustafa Paşa'nın yeri­ne, Fındık Mehmed Paşanın tâyini yapıldı. Oradan da orduyu hümayun Varadine geldi. Segedin Kalesine erzak ***
ürmeyi planlayan sadrıazam Sarı Süleyman Paşa, ordunun kısmı azamini, Varadin'de bırakıp bizzat kendisi bu birliğe komuta edip, yola çıkarak Sente denilen yere geldiğinde, karşıların­da da pek kalabalık düşman askeri olduğunu gördüler.

Düşmanla derhal dişe diş, göze göz bir savaş başladı. Az olan sayımız, eldeki erzakı muhahafazaya kâfi gelmedi. Er-zakın mühim bir kısmı da, düşmanın avucunun içine düştü. Yine de şükr gerekir ki; sadrıazamımız bu savaş da ölümle buluşabilir veya düşmana esir düşebilirdi!



İmdadı Seferiyye


2. Viyana muhasarası sonrasında artık milletimizin başına öyle işler açılıyordu ki; şimdiye kadar bilmediği tarz politika­lar, duymadığı teklif ve taleplerle karşılaşmaktaydı, tşte ara-başlık yaptığımız ifade, eyaletlerimizin insanlarına ilk defa ulaşan bir teklifdi. Osmanlı yıldızının parlaklığı Merzifon-fu'nun hatasından münbais olarak, gölgelerin arkasına, bu­lutların arasına dalmaya başlamıştı.

Bütün bunların yanında da düşmanın üzerimize tazyiki, her geçen gün artmaktaydı. Papa İnnosan'in açtığı ehli salip saldırısı günbe gün devam ediyordu. Avrupa topraklarımızın, Macaristan ovalarından, üstümüze doğru gelen düşman akınlarını önlemek için yapılan seferlerin masraflarından ha­zine hayli daralmış, hudutlarımız içindeki zengin, tüccar ve yüksek memurlarından akçe talebi yapıldı. Bu gün bile eko­nomik sıkıntı içinde olan halkımız, ne hikmetse milletvekille­rini pek zengin saymakta her çeşit sıkıntıda bunların bir aylık maaşlarını bağışladığı takdirde işin hâl olacağına dâir doğru görmediğim bir çözümü vardır, ümanmki devletin zaman za­man yukarıda yazdığımız gibi tebaasına baş vurup, savaş için yardım veya kampanyalar açma dönemlerinden kalan bir sentezleme diye düşünüyorum.

4. Mehmed zamanında yapılan bu İmdadı Seferiyye'ye Is-tanbulahalisinden binbeşyüz kese, Bursa ahalisinden ikiyüz kese, Mısıra gelince üçyüzelli kese, Bağdad ve Basra ahali­sinden ise yüzellişer kese, ayrıca vali, vezir ve beylerbeyleri­nin her birinden yardım istenmiş ve hepsinin yekûn olarak dört bin kese akçe topladığı görülmüştür. Hemen ilâve ede-limki hammsultanlar, kendilerinin olan haslardan gelen akar­larından yarısını imdadı seferiyye'ye vermekte tereddüt dahi etmemişlerdir. Çöl hâkimi diye anılan Hüseyin Abbasa gönderilen fermanda kendisinden asker göndermesi istenmiş bu zat da hemen dörtyüz askerini talebe uygun olarak tam teç-hizatlı şekilde gönderdi. Ayrıca Belgrad'a gelen bu askerin ihtiyaçların] Rakka malından gönderdiği biliniyor. İmdadı Se-feriyye talebinin arzu edilen seviyeyi bulabilmesi, sanıyorum ki devletin ilk defa buna başvurmak mecburiyet duymasın­dan kaynaklanmaktadır. Zira zaman bir hayli geçtikten sonra halk folkloru denen hikâyelerimizde, meşhur üç oğul düden dile dolaşmağa başladı. Kısaca nakledelim:

Ülkei Osmanî'nin kenar bölgelerinden birinde yaşayan bir adamın üç oğlu varmış. Bir gün tarlasının hududunda, başın­da fesli bir süvari görüyor, buyur dediğinde, padişahın Mos-kofa savaş açtığını buna bağlı olarak büyük oğlunu askere almaya geldiğini söyler vatan uğruna feda olsun diyen üç oğullu baba, evlâdını uğurlar bir kaç sene sonra yine bir as­ker toplama vazifelisi aynı tarlanın kenanna gelir ve diğer oğuîu ister çünkü, padişah yine Moskofa savaş açmıştır. O oğlunu da gönderir. Hatırlatalımki büyük oğlunu gönderen adam bir daha ondan haber alamamıştır. Böylece ikinci oğ­lunu gönderirken birinci de olduğu gibi coşkusu olamamıştır. İkinci evlâdın gidişi, o gidiş olunca baba, artık üçüncü oğlu­nu gelip isteyecekler kaygusuyia göz yaşı dökmektedir. Çok geçmezki; üçüncü evlâdı askere almaya gelen sürücü tâbir edilen asker toplayıcı, maksadını söylediğinde, acılı baba: Alın! Alın! Padişaha da selâm söyleyin! Artık bana güvenipde moskofa veya herhangi birine savaş açacaksa, kendi dölü­ne güvensin artık Osman Ağa'da ne döl kaldı, ne de bel! İflas etti deyiniz! Şeklinde konuştuğu dilden dile nakledilir. Bu mevzuyu aşağı alacağımız beyit ile noktalayalım: "Şah'dan gönlü hoş olmayan sipahi, Vilayet hududlarım iyi gözetmez!" Bu İmdadı Seferiyye hâdisesi hakkında, Zübdei Vekaiyat'da bir âlimin, ülkenin bu hâle getirilmesinde yapılan yanlışların hatırlatılmasında, pek mühim dersler çıkarılabilecek, beyan­da bulunmasını buraya nakletmeden geçemiyorum.

"Sadaret Kaimmakamlığında yapılan bir toplantıda İmdadı Seferiyye hakkında sözalan Recep Paşa vaziyeti izah edip, katılanlardan yardım İstediğinde Rumeli Kazaskeri Deli Ha-mid Efendi; "Baka Paşa Hazretleri; bu ne de demektir? Bu kadar devlet gelirleri ne oldu? Kiminiz sefer açıp hazineyi te­lef ettiniz ve kiminizde hevanıza sarfettiniz. Şimdi de fukara­dan yardım istersiniz" Diye ifadei kelâmda bulununca, sada­ret kaimmakamı Recep Paşa: "Efendi, ne söylersin? Niçin haddini aşarsın?"diye azarladığında da, Hâmid Efendi öfkele­nip: "Sen dün, pabuç kesesi belinde ve çizme süngeri elinde bir çuhadar olup, şimdi bu kadar samur kürklü oğlanların var iken, devleti âliyyeye sen senken imad (direk) eylemeyip, bizim gibi devlet duacısı olup yetmiş, seksen yılda bintürlü meşakkatle nail olduğu ev ve eşyasını satmaktan başka ak­çe tedarikine kudreti olmayan fakirlerden, medet ummanın, mânası nedir?

Şeklinde sözler irad etdi. Meclis huzursuz olurken, Hâmid Efendi'nin bu söylemlerine, hazirundan olan diğer ulemadan ne lam, ne mim diyen oldu. Deli Hâmid Efendi'nin bu ikazını padişaha taşıyan kaimmakam, Hâmid Efendi'yİ Rodos'a sür­dürmekle işi hâlmi ediyor zannetti! Serhadlerde yâni hudud boylarındaki askerin maaşları için hazinei hümayunda yâni padişahın iç hazinesinden, tâbiri diğerle, cebi hümayundan beşyüz kese akçe ihsan edildi.



Külah Kapma Mücadeleleri


İnsan hayatında kimse, kimsenin ekmeğiyle oynamamalı yanlışlar görüldüğünde ikazlar yapılmalı devam ettiği müşa­hede olunduğunda da yeri değiştirilmeli ve bu seferki ikaz, biraz daha açık ve sonucun vahim olacağı şeklinde izah edilmeli der akil kimseler. Kaimmakam Recep Paşa, bazı kin ve. garaz sahiplerinin, kendisine kıvırdıkları bazı yalanlarla Def­terdar Ali Efendiye muğber olmasını sağlamışlardı. Bu muğ-beriyet Paşa da hayli ileri safhaya gitmiş, azilden başka kel­lesini de istetecek bir ispazmoza dönüşmüştü. Sonunda Def­terdar Ali Efendiyi azlettirmeye muvaffak oldu. Boşalan ma­kama Eğriboz muhafızlığında bulunmakta olan Seyyid Mus­tafa Paşanın tâyinini çıkarmış kendisine Belgrad'a gidip or­duya katılmasını bildirmişti. Emre uyan yeni Defterdar Mus­tafa Paşa, derhal görev yerine gidip işine başlamıştır. Eski Defterdar'a gelince sadrıazamın aslında memnun olduğu bu zâtın, kaldırılmasına çalışan kairnmakamin, gönderdiği bilgi­lere pek kulak asmıyordu, yalan yanlış bilgilerden bıkan sad-rıazam, Seddülbahr'e gönderilmek istenen Defterdar Ali Efendinin tâyinine rızası olmadığını bildirmişti. Ne var ki, Re­cep Paşa kin ve gayzını aşamamış, vekili olduğu sadrıaza­mın uyarısını hesaba almamış ve Ali Efendiyi vazifesinden etmişti.

Beri tarafta da, Sadrıazamın Çavuşbaşısına sert ifadelerle cevap veren meşhur Minkarîzâde'de sürgüne gönderilirken takvimler 15/cemaziyelahir/1098-28/nisan/1687'yi gösteri­yordu. Budin'in düşmesinden, vali Abdi Paşanın şehadetin-den sonra, elimizden bir çok kale ve palanga çıkmaya başla­dı. Avusturyalı kuvvetlerin Macaristan üzerinde pek rahat do­laşmaya başladığı görüldü. Segedin'in düşmesinin ardından, Şemontoma, Peçuy (Peçevi) , Kapoşvar ve Şikloş gidenler arasındaydı. Kış bastırdığı için ordumuz Essek üzerinden Belgrad'a kışlağa çekildi. Erdel Kaleleri de bu arada Avus-turyanın eline geçti. Esek'de Avusturya saldırısıyla sarsılır­ken, Belgrad'daki Sarı Süleyman Paşada hemen gelecekleri beklemeden Esek'e yardıma koştu. Orada düşmanı mağlu­biyete uğratmak kabil oldu. Şikloş Avusturyanın tutunduğu bir nokta oldu. Ancak; Osmanlı askerinin oraya doğru yol al­dığını tahmin eden veya haber alan Avusturya birlikleri bura­yı da boşaltıp ovaya yayıldı. Şikloş'dan fazla uzaklaşılmadan Prens Şarl'ın kuvvetleri Sarı Süleyman Paşa ve askerinin önüne dikilerek döğüşe başlandı. Önceleri ordumuz vaziyeti lehe doğru çevirmeye muvaffak olmuştu. Ancak veziriaza­mın harp tecrübesinin fazla olmaması, yaptığı hatalı taktikler büyük bir hezimeti haber vermeye başladı. Anadolu askeri­nin bulunduğu taraf yorgunluk emareleri göstermeye başla­dı. Bu hâl ordunun tamamına sirayet etdi. Mağlubiyet pek çabuk geİdi. Efendim; askerlik târihinin ve de Osmanlı târihi askeriyesinin nâdir evsafta ki komutanlarından olan Katırcı-oğlu Gaazi Müşir Ahmed Muhtar Paşa'yı kendi erkânı harbi Mehmed Arif Bey merhum "Başımıza gelenler" adlı muhte­şem eserinde anlatırken, bizim askerin bozulmasının hiç bir askerin bozulmasına benzemediğini, adetâ bozguna dönüştü­ğünü, tam bir kurmay anlayışıyla izah eder. Bu yüzdende bi­zim bozulan askerimizi, firardan ancak onu vurmak suretiyle alıkoyabilirsiniz demektedir. Nitekim; İstiklâl Harbimizin kah­raman komutanlarından Dadaylı Deli Halit Paşa (Nur içinde yatsın) çok firarın önünü bu tarif edilen yoila engelleyebil­miştir.

Bu firar işinde rütbe tanımaz, cepheye arkasını vereni vu­rur geçerdi. "Yetmişlik Bir Subay'ın Hatıraları" adlı kitapta Kemalettin Apak albayın, kendisinin asla firarda gözü olma­dığı halde, azkalsın yanlışlıkla Paşanın mermisine hedef ol­maktan, son anda kurtulduğunu kaydeder. İşte askerimizin bozulması öyle bir bozguna döndü ki Eşek üzerine gelindi­ğinde bir nefes alındı. Eşek Kalesine asker koyan veziriazam Boşnak Sarı Süleyman Paşa orada da durmayıp, Petervaradin'e geldi. Ancak buraya da Eğri'den bir feryad ulaştı. Yiye­cek ihtiyaçları dayanılmaz safhaya erişmiş yardımın yapıl-

ması şart idi. Düşman yollan kesmiş ve mesafede bir hayli uzak olmasına rağmen Cafer Paşa komutasında, erzak, cep­hane ve de silah bir miktarda asker takviyesi için tertibat alındı. Askerin itiraz edeceği ve itirazını isyana çevirmekten imtina etmeyeceği göz önüne alındığından hazırlıkların ve gi­dilecek yerin gizli tutulması kararlaştırıldı. Ne var ki; bu ted­bire rağmen iş duyuldu.

Umulur ki; o tarafa gidecek komutan bu saklı bilgiyi sız­dırdı ve askerde muhalefet ettiğinden Eğri Kalesine erzak da, esliha ve cephanede gönderilemedi. İşin rengi başkataştı! Ta­bii ki dini mübini İslâm anlayışında sizden olan emire itaat şarttır. Bunun aksi cezayı müstelzimdir. Bu olay savaş esna­sında husule gelirse suçluların ölümü hakkedecekleri tabiidir. Bu durumu idrak eden; Eğri'ye gönderilecek birliğin komut > nı olan Yeğen Osman Paşa her halete sızdırma vakasından dolayı suçu sübût bulacak ve bahse konu cezaya, çarptırıla-cakdı. Bunun önlemi vak'ayı başka bir mecraya döküp, şans denemesine baş vurmaktı. Şerikleri olanlarla birleşip, Amas­yalı Küçük Mehmed'i de yanına alarak, askerin maaşı veril­medi bahanesiyle sadnazam aleyhine İsyan ettiler.

Yeniden Yeniçeri ağalığına getirilmiş bulunan Bekri Musta­fa Paşa ve Defterdar Seyyid Mustafa Paşa ile birlikte sadn­azam, Sancakı Şerifi alarak Belgrad'a, Tuna Nehri yoluyla kaçtılar. Bunlar canlarını kurtarmış oldular. Geride ise; kaç­mış sadrıazamın otağında bir toplantı düzenleyen Yeğen Os­man Paşada, Köprülü ailesi darnadiarından olan Siyavuş Pa­şaya gidip, "seni sadnazam ettik" deyip, zorlayarak ata bin­mesini temin ettiler ve Süleyman Paşanın otağına getirdiler. Siyavuş Paşanın sadaretini ilân ve birbirleri aleyhine davra-nışda bulunmayacaklarına dâir sözleştiklerinden başka Padi­şah 4. Mehmed'in hâl'ini aralarında söz kestiler ve de cephe­yi boşaltarak İstanbul'a doğru yola koyuldular. Zilkade/1098-Eylül/1687 târihleri idi. Bu vak'a gibisi Osmanlı Târihinde eşi emsali olmayan bir fenomendir. Müthiş bir şey­dir. Siyavuş Paşayı veziriazam eden güç gayri resmî, gayri kaanuni ve bir isyan hukukudur. Bu hukukunda padişah ka­tında kabulü, gerçekten bir siyasi denemedir hem de, kendi­ni feda edercesine, kaçanlar başlarını kurtarmak için cephe­yi boş bırakmışlar, isyancılar, bu hareketin padişah tarafınca cezasız bırakılmayacağını bildiklerinden onu taht'dan İndire­bilmek için İstanbul'a yürüyorlar ve bunlar da zaten çiğnen­mekte olan mahrusei islâmiyeyi engelsiz bir arazi olarak, ahaliyi bir avuç muhafıza bırakarak, katliama açık bir kurban sürüsü yerine koymuşlardı.

Önce kaçan tez gidermiş menziline hesabı; Süleyman Pa­şa geldiği İstanbul'da, kaimakam Recep Paşa eliyle, mührü hümayunu padişaha gönderdi. İşte padişahın siyaseti burada denemesinin takdire şayan olduğunu söylemeden geçeme­yeceğim. Çünkü; bunlara hot zot demek evvelâ, yukarıda işaret ettiğimiz cephenin boşaltılması, telafisi gayri kabil teh­likeler arzediyordu. Bunların yaptığını kabullenmek, nefsini yenen biri olarak padişah için kolay olmasa gerek.

Evet; 4. Mehmed hân; mührü hümayunu Siyavuş'a gön­derdi ve Belgrad'dan bu tarafa geçmemelerini emretti. Cep­henin bırakılmamasını da hatırlattı. Fakat dinleyen olmadı. İstanbul'a doğru yola çıktılar. Onlar yürüye dursun Avustur­yalılar da gezintiye çıkmış gibi, bir zamanlar Kaanuni'nin Karlos'un ülkesinde atını nasıl gezdirdiyse, bunlar da islâm topraklarını keyiflerince çiğniyorlardı. Sırayla da, Eşek, Vara-din, Sirem ve civarı ile Belgrad yakınlarındaki Zemlin düş­manın eline geçiyordu. Bu arada Lehistan Kuvvetlerinin Ka-maniçe üzerine yürümesinden de bahsetmeden geçmeyelim. 1098/ramazanıl687/temmuzu Lehistan Kralı Jan Sobiyes-ki'nin, büyük oğlu, Yakob Sobiyeski'nin kumandasındaki birliklerin, Kamaniçe üzerine geldiğini haber aldığında Boşnak Hüseyin Paşa vaziyeti Bozoklu Mustafa Paşaya bildirdi. Ser­dar etrafına kuvvet toplamaya çalışırken, düşman Kamani-çe'ye gelip bilahare muhasarayı başlattı.

Yaş şehrini ise bu arada ele geçirmişlerdi. Lehliler bu hü­cum hareketleri esnasında zahire bakımından hayli sıkıntıya düşmektelerdi. Lojistik bakımdan yetersiz kalışlarının telafisi­ni Bucak'taki Tatarların buğday anbarlarını garet ve yağma­da gerçekleştirmeyi denediler. Fakat; Tatarlar her tarafı ateşe verdiğinden Lehliler boşuna Prut Nehrini geçmiş oldular. Ge­riye dönüşlerinde ise biraz da telefat vermişlerdi. Üstüne üst­lük, Kırım hân'ınin gönderdiği onbin süvari, Lehistan kuvvet­lerinin Kamaniçe muhasarasını kaldırmasına mühim bir se-beb teşkil etdi. 24/şevval/1098-2/eylül/1687'yi gösteriyor­du.



4. Mehmed Devri Deniz Hareketleri


Osmanlı deniz filosunu, hareketlerini bu bölümde daha zi­yade 1683'de vukubulan Viyana Muhasarası bozgununun er-tesindeki vakaları merkez ittihaz ederek incelemeye çalışa­cağız.

Tuna Nehrini, Macaristan topraklan üzerindeki çekilişimiz, bu nehir üstünde hissedilen baskımızı hayli ortadan kaldırttı­ğı gibi, paylaşımda da bir kısıtlanmaya maruz kaldığımız aşi­kârdır. Çünkü bu bozgun sonunda avrupa Osmanlı'ya bir teşhis koymuştur. Bunu devri istilâsı bitti! Devri müdafaası başladı! Şu halde rahat bırakmamalı ve durmadan saldırma-lı. Saldırıya uğrayan bir ülke kendini toplamaya derman bu­lamaz anlayışına varmışlardı. Venedik Cumhuriyeti bu anla­yışa bağlılık içinde Dalmaçya, Arnavutluk kıyıları ve Girid Adasına saldırırken, Rus'un ise Azak Kalesi, Lehistan'ın bir bölümü ve Basarabya'nında bir kısmı göz diktiği yerler ol­muştu. Avusturya ise Üsküb'e inerken, Ukrayna ve Podolya Kazaklarını da, harekete geçiriyordu.

Bu dönemde donanmamıza komuta eden kapdanı derya­lar arasında, iki isim ehemmiyet arzetmektedir. Bunun birini, rumca yanölü demek olan Mezamorta Hüseyin Paşa ile Mı-sırlıoğlu İbrahim Paşalar olduğunu söyleyiverelim. Misırhoğlu ibrahim Paşa karaaskerlerinin başına ***
ürülmüşken, Hüse­yin Paşa da Rodos Bey'i yapılmıştı. Yukarıda bahsettiğimiz muavenet akçası yâni İmdadı seferiyye ada halklarından da tâleb edilmişti. Buna inzimamende Kıyı Vergisi isimli bir ver­gi de Ada'lar ahalisine tahmile koyulmuşlardı. Amiral Bü-yüktuğrul merhum, yapılan bu işlemlerin devleti âliyenin ar­tık deniz nimetlerinden faydalanmayı sarfı nazar ettiğinin bir göstergesi olarak nitelerken, kara ve de deniz imparâtorjuğu-nu terk edip, ilkel bir kara devleti biçimine avdet ettiğini, ifade eder ve Sultan Fâtih ile gerçekleştirilip Kaanuni Süley­man döneminde, zirveye yükseltilen denizci devlet anlayışı bu tedbirlerle sona erdirilmiş oluyordu.

2. Viyana kuşatması ve peşinden gelen bozgun üzerimiz­deki küffar baskısının ziyadeleşmesini sağlarken, denizci devletlerin de bu hususda geri kalmadığını görüyor ve artık donanmamızı savunma tedbirlerine göre yerleştirdiğini his­setmememiz kabil değil. Bunlara misal olarakda şu tedbirle­re göz atmak kâfidir. Dördüncü vezir Şahin Paşa Çanakkale Boğazı muhafızlığına tayin edilmesi ve emrine haylice yeni­çeri askeri verilmiş oluşu.) Daha önce emekliye ayrılmış bu­lunan Halil Paşa'nın yeniden; hizmete alınması ve Sakız Ada­sı muhafızlığına getirildiği görüyoruz. Şaban Ağa, Mora Mu-hafızhğıyla vazifelendiriimişti. Bozcaada, Limni, Midilli, Sakız, İstanköy ve Rodos Adasında, müdafaa ağırlıklı tedbirler alın­dığı görülüyordu ki, bu vaziyeti tesbit, Büyüktuğrul amiralin ileri sürdüğüne delalet etmekteydi. Venedik ise; bu tedbirlerin alınışıylada, kendisine hücum fırsatı verdiğine hükmetti ve Dalmaçya, Arnavutluk kıyılarıyla Koran ve Modon Kalelerini almak, Ege denizine girmek zevkıyle yanıp tutuşuyordu.

Bu yanıp tutuşmaya yardımcı olacak tedbirler arasında, Venedik, Papa'lık, Toskana Prensliği, Malta Şövalyelerinin fi­lolarını yanlarına çekmekte geliyordu. Bunlardan Malta Şö­valyelerini yedi gali, Papa'lık beş gali ve Toskana da, dört gaii ile kumpanyaya katılacaktı. Bu kumpanya Ege Denizin­de merkez olarakda kullanacakları bir ada üzerinde müzake­re açtılar. Netice de de Limni Adası üzerinde ittifak sağladı­lar. Peşinden de harekâta geçtiler, bin kişi kadar askeri ada'ya çıkardılar.

Ancak Küçük Hüseyin Paşa'nın bir saldırısı, çıkanlarında dahil olduğu üzere denize dökülmelerine yetti. Herhalde yan­lış kapı çaldıklarını anlamış olacaklar ki, Venedik donanmasının ada'dan çekildiği görüldü. Ne varki Yunan denizinde iş­lerimiz pek iyi gitmedi Amiral Morosini bir haçlı filosu Preveze ve kalesi üzerine yürüdü.

Bu sırada Şahin Paşa Aziz Mauro adasını Venedikliler'den istirdat için yola çıkmıştı ki; Preveze üzerine düşman gemile­rinin dümen kırdığı haberi gelmişti. Saint Mauro adasını al­maktan sarfı nazar eden Şahin Paşa, Preveze'ye yetişmek için yelken bastı, kürek çaldı. Düşman ise bu gelişten haber­dar olduğundan, onlarda Preveze önünden çekilip, Osmanlı filosu üstüne yelken bastılar. İki tarafda deniz saffı harbine giriştiler karşılaştıklarında ancak mücadeleyi kazanan düş­manlarımız oldu. 28/eylül/1684'de, Preveze de kaybedilen bu savaştan olumsuz etkilendi. Kapdanı derya Mustafa Paşa, 15/nisan/1685'günü Çanakkaleden çıkış yaptı. Maksadı de­nizlere korku salan korsanları etkisiz kılmak idi. Rodos Adası civarında Malta korsanlarının Osmanlı ticaret gemilerini ko­valadığını haber aldı. Gemilerimiz; Göve limanı içine sığın­mış, Malta gemileri ise çıkışın ağzında volta atıp avı bekliyor­lardı.

Rodos'tan Göve'ye, doğru yelken açılıp, kürek çekilmeye başlandı. Nihayet Göve ağzına geldiğini gördükleri Osmanlı gemilerinden, korsan gemilerinin bir, çoğu kaçtı. Biraz sava­şan bir tek korsan gemisi teslimden başka çâre bulamadı. Bu arada da Osmanlı kalyonları su yapmaya başlamış ve neticede bir tanesi de batmaktan kurtulamamıştı. Mustafa Paşa bu gemilerle sıkıntı yaşayacağını anladığından Rodos adasına geldiler. Burada bir baskına uğrama endişesi yaşadı-larsa da düşmanın harekette kuşkuya düşmesi, Osmanlı filo­sunun kalabalığı düşmanın korkmasına sebeb olmuştu. Se­lameti, Rodos'tan uzaklaşmakta bulmuştu. Mustafa, Paşa ise Rodos'da gemilerini tamire girişirken, Garpocaklan fiTösunu korsan takibi için İskenderiye istikametine yolladı. İstanbul'dan gelen bir emirde, Venedik filolarından birisi Koron Kalesine saldırdı. Donanma gidip Kale muhafızına yardım et­sin. Yazmaktaydı.

Müttefik donanması adaların herbiri hakkında işgal kararı alırken, Mora Yarımadasınada bir çok misyoner çıkartmışlar ve bölgedeki Osmanlı Devletine tâbi olan gayri müslimleri isyana teşvike çalışıyorlardı. Francesko Morosini adlı amiral, birleşik donanmaya komuta etmekteydi. İlk önce bizim İne-bahtı, onlarında Lepanto dedikleri körfeze saldırı plânlan var­dı. Kıyıya sokulduğunda işi yanlış aldığını anladı, kıyıdan açılan ateş salvosu, kaptan köşkünden kafasını bile çıkar­maya fırsat vermedi. O da, tası tarağı toplayıp, yelkenleri şi-şirip, nasibini başka yerde aramaya koyuldu. Venedik, Pa-pa'lık, Ceneviz, Floransa, Malta ve İspanya filolarından mü­teşekkil bu donanma, Korona gelerek onbin askeri karaya çıkardı. Şehrin dış mahallerini işgale muvaffak oldu. Koron artık, kuvvetli bir muhasaraya düşmüştü. Bu- siradada Mus­tafa Paşa'nın kapdanı deryalığı son buldu ve yerine 25/ara-lık/1685'de çekirdekten denizci İbrahim Paşa getirildi. Bu arada Koron, yukarıda söylediğimiz güçlü muhasaraya on-beşgün dayanabildi. Karadan gönderilen; Mahmud Paşa ko­mutasındaki kuvvetlerimiz, sadre şifa olamadı.

Eylül'de Koron ve Modon Kaleleri elden çıktı. Artık; Os­manlı donanması Akdeniz'i göl olmaktan unutup, Ege'yi mu­hafaza etmeye çalışıyordu ki, bu da savunmayla olur sandı­lar! Halbuki gereken hücumda olmaktır deniz dünyasına hâ­kim olmanın yolu.. İbrahim Paşa; Osmanlı Ticaret filolarına nefes aldırmamaya çalışan korsan gemileri ve onların gizli işbirlikçisi haçlı donanmasıyla esasında, hayli muvaffakiyetli savaşlar yaptı. Devrinin değerli iki denizcisi Baba Hasan Pa­şa ve Benefşeli Ali Paşa, birer deniz kurdu olduklarından uzun zaman ticaret gemilerimizi himayeye muvaffak olmuşlar, düşmanı ise, herzaman korku içinde tutmayı bilmişlerdir. Venediklileri, en çok alakadar eden husus, Mora Yarımadası­nı almak oradan da, Atina'yı ele geçirmekti. Bunu yapabilir-lerse, Eğriboz ikinci hedefleriydi. Eğriboz'a çekilen İbrahim Paşa, adetâ Morosiniyi üstüne celbetti. Morosini, Eğriboz üzerine saldırı plânı yaparken ibrahim Paşa, Taşoz üzerinden donanmasını İstanbul'a çoktan getirmişti.

Mora Yarımadasını Osmanlılar boşalttılar 11/ağus-tost/1687'de Mora, 25/eylüI/1687'de, Atina Venediklilerin eline geçti. Mora Yarımadasının Venedik eline geçmesi stra­tejik bakımdan bizi geriletirken, Venedik'i kudrete eriştiriyor­du.



4. Mehmedin Düşüşü Başlıyor!


Batı dünyasında küffar ile boğuşan devleti âliye; 2. Viyana sonrasında savunmaya başlamıştı. Şimdi bir de Anadolu ci­hetine veya istanbul'un şark tarafına bir bakalım oradaki ah-valü âlem ne haldedir? Osmanlı târihinin batı'daki muhare­belerinin netameli neticeleri gerçekleştiğinde mutlaka asker arasında çıkan nifak ve şikakın bir isyan veya kargaşaya yoi açması, bunun tesbiti ve ted'ibi fazla zaman geçmeden Asya Osmanisinde asayişsizlik, isyan, bunları teskin içinde askeri hareket gerektiğini hemen farketmek kabildir. 1622'de Hotin dönüşü, Hotin Seferi sırasındaki 2. Osman (Genç) ıin asker sayımı yapması, nişan tâliminde de mükafat vermesinde as­keri memnun edememesi gerek ülkede gerekse kendisinin nelerle uğraşmasına sebeb olmuştu. Celâlilik alıp, yürümüş­tür. Bunlar zaman zaman temadi etmiştir. Viyana bozgunu sonrasında da bu tesbiti yapmak kabildir. Anadolu'da Akkaş, Kara Mahmudoğlu, Yâdigâroğlu ve Bölükbaşı Yeğen Osman adlarında ki, elebaşılar ve sekban ile levendler, Sivas'tan Bo-lu'ya kadar olan yerlerde, asayişi ihlal ve köy ve kasabaları basmaya koyulmuşlardı. Teftişçi herhalde müfettiş mânasına gelen bu lakablı Ali Paşa ondan sonra da, Ömer Paşa bu ih­lâlleri teskine, asayiş iadesine görevienmişse de bunda başa­rılı olamamışlardır.

Canik mutasarrıfı olan Vezir Cafer P.aşayı eşkiya üzerine onları tenkil ile vazifelendirdiler. Bu işe hazırlıklarını ikmal edip gidecek olan Paşaya, padişahdan pek ağır bir hattı hü­mayun geldi. "Memur olduğun türedi eşkiyası üzerine niye varmayıp avrat gibi gezer durursun. Ya vurup haklarından gel veya başını huzuruma gönder. "Cafer Paşa bu ikaz üzeri­ne Anadoluya bir fırtına gibi girdi. Yukarıda adı geçenleri bir bir yakalayıp kafaları tek tek huzuru padişahiye göndermeye başlamıştı. Eşkiya takımının birer birer yakalandığını ve ka­falarının padişaha, vücudlarının başsız gömüldüğünü görüp işiten Yeğen Osman, eşkiyalıkda sebat etmeyip, devlete de­halet etdi. Af olundu. Afyon Mutasarrıflığını bir müddet ifa eyledi peşinden maiyetine dörtbin kişi verilerek, Rumeli tara­fına sevk olundu ve serçeşmelik unvanı tevcih olundu. Serçeşme unvanı bir çeşit yedek subaylık gibi düşünülebilirse de Osmanlı zamanında savaş zamanında toplanılan askerle­rin komutanına verilen isimde olmuş, tşte burada adı geçen Serçeşme Yeğen Osman, Boşnak Sarı Süleyman Paşaya ka­fa kaldıran ve meşhur Eğri kalesine gönderilmek istenen er­zak meselesini tehlikeli görüp, bundan kurtulmak için askeri isyan için kışkırtan adamdır ki, ol şakiye itimat bazen de böyle gösterir kendini!
Biyografinin Devamı İçin Tıklayınız

Geri
Henüz yorum yapılmamıştır.

Oylar:
Average members rating (out of 10) : Henüz Oylanmamış   
Votes: 0