osmanlı Teması
RSS
Siteye Giriş Favoriler
  • Büyük Tutkular Yeteneğinide Kendisi Yaratır.(Fatih Sultan Mehmed Han)
  • Davamız Kuru Bir Cihangirlik Davası Değildir Davamız Bilakis İslam Davasıdır(Ertuğrul Gazi)
  • Osmanlılar Kainat Tarihinin Gördüğü En Büyük İmparatorluklardan Birini Kurdular.
  • Osmanlı Başarısının İki Sebebi: Devlet Teşkilatında Mükemmellik Ve Askeri Teknikteki Üstünlük İdi.
  • Osmanlı Başarısının Asıl Sebebi: Adalet Düzenindeki Üstünlük Ve İnsaniliktir.
  • Osmanlı Bu Gün: Dünyanın Geri Kalan Devletleri Toplam Gücü Üzerinde Bir Kudrete Sahiptir.

İslam Devletinde Hadım Etmek Caizmi?

Hadım Etmek Caizmi?
Hadım Etmek Caizmi?
Televizyonlardaki dizi furyasına son günlerde “Muhteşem Yüzyıl” da hızlı bir şekilde katılmış oldu. Belki de diğer dizileri bile gölgede bırakacak yaygınlıkta hem izlenir, hem de üzerinde en çok konuşulur mesele haline geldi. Osmanlı İmparatorluğu’nun “Muhteşem Yüzyılı”nın 1520–1568 tarihleri arasındaki dönemi kapsayan bu “ihtişam”ın kahramanları, X. Padişah olan Magnificient yani “Muhteşem” Sultan Süleyman, diğeri de onun eşi Hürrem Sultan’dır. “Kanuni” lakabı Sultan Süleyman’a verilmiştir. Nedeni ise, Fatih Sultan Mehmet’ten sonra pek çok meseleyi belirli kanun ve yasalara bağlamış olmasıdır. Ancak söz konusu dizi hakkında konuş***
lar, Kanuni’nin ne yapıp ettiklerinden çok, dizide Hürrem Sultan’la mahrem yaşamı ve o yaşamını süsleyen cilveleşme sahneleri oldu. Neredeyse tüm televizyonlar, muhteşem denilen o dönemdeki siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik olgu ve sorunlar üzerinde durmak yerine, dizideki sahnelere; bu sahnelerin genel ahlaka, dine ve en önemlisi de “her biri birer veli olan Osmanlı” padişahlarına kilitlenen tartışma programlarına yer verdi ve hala da veriyorlar. Konuşmacılardan epey bir kısmı da “mal bulmuş mağribi” gibi, İkinci Cumhuriyeti kurmak ve ilkini tasfiye etmek için ellerinde dizi ile mağdur edilmiş bir Osmanlı fenomeni yakalamış oldular. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman ve onun muhteşem yüzyılı nasıl olur da “cıvık”, “işretçi” ve “ kadın düşkünü” dizi kahramanına dönüştürülebilir ve “evliya kimliği taşıyan bir sultan” figürüne ihanet edilebilir? gibi eleştiriler dizinin yayından kaldırılmasına ilişkin siyasi baskıları bile meşrulaştıracak düzeye tırmandırılmış durumdadır.

MUHTEŞEM YÜZYIL’A NASIL BAKMALIYIZ?

Bu dizi, bir belgesel değildir. Osmanlı tarihinin o dönemine “ışık tutma” savında da değildir. Senaryosu, yönetmeni ve dizi oyuncuları, kısacası her şeyiyle bu dizi, asıl konumuzun dışındadır. Ve bizi bu yapısı bakımından doğrudan ilgilendirmiyor. Ancak şu noktayı kalın çizgilerle belirtmek, tartışmalardaki hem kavramsal hem de içeriksel sapmaların önlenmesinde yararlı olacaktır.

Bir kere bu bir filmdir; bir sanattır. Sanat kavramı, “iyi-kötü”, “doğru-yanlış” ve hatta “yararlı-yararsız” gibi, zıddıyla eşleşen kavram çiftleriyle değerlendirilemez. Bunu yaparsak, değerlendirdiğimiz şey, sanat değil, sırasıyla “ahlak”, “ bilgi” ve “pragma” (çıkar-menfaat) fenomenleri olur. O zaman başka alanlarla meşgul oluyoruz demektir. Oysa sanat, en basit kavramlaştırmayla “güzel-çirkin” şeklindeki kavram çiftini kullanır. Sanatsal değerin temel kavramları bunlardır. Sonuçta sanat, özneldir ve herhangi bir olgu, olay ya da şey ile ilgili sanatsal etkinlik olarak, öznel bir yorumdan öteye geçmez; zaten böyle bir savı da yoktur.

“Muhteşem Yüzyıl” dizisine bu açıdan yaklaştığımızda, bir film olarak onun sanatsal bir etkinlikten öteye herhangi bir savda bulunamayacağını; bulunmadığını saptamış oluruz. Tartışmayı bu noktadan dışarı taşırdığımızda iş çığırından çıkar ve Osmanlı-Cumhuriyet çatışmalarına kadar gider. Nitekim sanatsal-öznel bir yorumu, “saptırılmış, müfteri ve cinsellikle özdeşleşen bir Osmanlı tarihi inşası” olarak görmek için kendini zorlayanlar, satır aralarında, belki de açıktan açığa Neo-Ottomanism yani Osmanlı’yı yeniden ihya etme niyetlerini bir kez daha açığa vurmanın “tarihsel” fırsatını yakalamış olduklarına inanmaya başlamışlardır.

Başını protestocuların çektiği bir kısım insanlar, Osmanlının bir “İslam devleti” olduğunu; halife unvanı taşıyan hiçbir padişahın böyle bir dizinin “hafif meşrep” bir figürü olamayacağını; Osmanlı Tarihinde “İslam şeraitine aykırı” bu ya da benzeri “ahlak dışı”, “İslam dışı” bir olay vukua gelmediğini öne sürmekte ve bunu da “tarihsel gerçekmiş” gibi savunmaktadırlar. Oysa böyle yaparak ahlak kavramlarını kullanıp tarih bilimini karşıt bir dizi filme dönüştürdüklerinin farkında bile değildirler.

OSMANLI BİR “İSLAM DEVLETİ” MİYDİ?

Dizideki sevişme sahnelerine ve hafife alınmış Kanuni figürüne ilişkin eleştiriler bu düzey ve sınır içinde kalsaydı belki “masum bir halk” bakışıdır deyip geçebilirdik. Ancak kazın ayağının öyle olmadığı, bir takım yazar-çizer ve konuşur-konuşturulur aktörlerce belli oldu. Osmanlı bir İslam devleti, başındaki padişahlar da halife unvanlı evliyadırlar, savı için bu dizi şamar oğlanına çevrilmiş görünmektedir. Diziyi savunacak değilim, ancak benim eleştirim bu iki sava yönelik olacaktır:

İlki, Osmanlı bir İslam devleti değildi. Bunu tarihsel bir hakikat olarak hemen belirteyim. Fatih Sultan Mehmet’le birlikte Şer’i hukuk ile örfi hukuk birlikte düzenlenmeye başladı. Hatta örfi hukuk, Şer’i hukuktan daha geniş ve daha salahiyetli idi. Bir din devleti olsaydı örfi hukuka bu denli yer vermez; her şeyi, -İslamcılara göre- “İslamileştirirdi. Osmanlı, Müslüman bir devletti ancak bir İslam devleti olmadı. Hz. Muhammed’in bir din devleti kurduğuna ilişkin hiçbir kanıt bulamayanlar, bu hayal kırıklıklarını Osmanlı’ya sığınarak telafi etmeye çalışmaktadırlar. Çünkü hiçbir İslam literatüründe-Hz. Muhammed Dönemi de dahil- İslam devleti yoktu; yalnızca din ile siyaseti birleştiren ya da birbirine karıştıran siyasi manevralar vardı.

İSLAM DEVLETİNDE HADIM ETMEK CAİZ Mİ?

Mülk-i Menfaat (hizmetinden yararlanılan) ile İstifraş (yatakta yararlanılan) diye iki gruba ayrılan cariyelik sistemi Orhan Bey zamanından beri vardır. Bu isimlendirme ise Osmanlı dönemine aittir. Osmanlı’da Kanuni’den hemen sonra da 300 yıl merkezi idare binasında yer alan Harem de yönetimi etkileyen bir kuruma dönüşmüştür. Kanuni’nin veziri Sokullu Mehmet Paşa’nın suikasta uğramasından sonra bu 300 yıl, “Kadınlar Saltanatı” adını alacaktır.
Harem’deki kadınların yönetimi Harem ağalarına bağlıdır ve burada cariyelere ve padişahın kadınlarına hizmet eden erkekler hadımdır. İlk zaman bu hadımlar hazır olarak Mısır’dan getirilmiş ise de sonradan “kendi hadımını kendi üreten” bir hareme kavuşulmuştur.
Şimdi soralım: Bir hayvana en ufak bir eziyeti ve kötü muameleyi yasaklayan İslamiyet, hangi devlete, memurlarını hadım etme yetkisi vermiştir? Yoksa Osmanlı padişahları hep “Allah’ın velisi” oldukları için onlara caiz miydi? Kuşkusuz hayır. Çarpıklık, Harem sistemindedir. Ancak asıl çarpıklık, Harem’dekinden daha çok, İslamcı okur-yazar kesiminin temelsiz iddialarında ve tabii ki ruhlarının derinliklerindedir.

KÖLECİ VE CARİYECİ BİR İSLAM DEVLETİ OLUR MU?

Kesinlikle olmaz. İslamiyet köleliği ve cariyeli kesin bir dille kaldırmıştır. Nisa Suresi ve Ahzab suresinde buna dair örnekler çoktur Ayrıca Hz. Muhammed’in Veda Hurbesi de bu konudaki nihai bir ilandır.
Demek ki kölelik ve cariyelik Osmanlı Devletinin bir İslam devleti olmadığını gösteren somut kanıtlardandır. Ve Osmanlı, kendi diniyle çatışmaktadır.

FAİZCİ BİR İSLAM DEVLETİ OLUR MU?

Değerli bilim insanı Mustafa Akdağ’ın Osmanlı’nın ekonomik yapısını anlatan iki ciltlik “Celali İsyanları” adlı yetkin çalışması Osmanlı ekonomisinin hiç de faizcilikten ırak kalmadığına dair en ikna edici örneklerle doludur. Evet, Osmanlı Devleti, faizi ekonomik çarkın vazgeçilmez bir unsuru olarak görüyor ve uyguluyordu.
Faizi ve faizciliği haram kılan bir din, böyle bir devleti onaylar mı?

DİN DEVLETİ SAVI, EVLAT KATLİNİ MUBAH KILAR MI?

Osmanlı din devleti ise, evlat katlinin kesin olarak haram olduğunu da biliyordu. Ancak saltanata ortak olabileceğinden kuşk***
ılan herkesin, kendi oğlu ya da soyundan olsa bile, “katli vacip”tir. Hem dinin temel ilkelerine aykırı bir fiil işleyecekseniz hem de bu fiili dinin “sevap, mubah, vacip” gibi kavramlarıyla aklayacaksınız. İşte bir diğer çelişki de budur. Osmanlı Kanunnameleri evlat katline ilişkin epey sayıda fetvaları içerir. Dikkat ederseniz sadece bir insanı değil, Müslüman’ı, hatta kendi evladınızı öldürmeyi “caiz” sayan bir İslam devleti ile karşı karşıyayız.
İslamiyet’e göre böyle bir devlet caiz midir?

BİR KAVMİ KÜÇÜK GÖREN BİR İSLAM DEVLETİ OLABİLİR Mİ?

Fatih Sultan Mehmet’in kendi veziri Çandarlı Halil Paşa’yı öldürtmesiyle Osmanlılarda –daha önce Selçuklularda da söz konusu olan-başlayan yeni siyasa, bu devletin kurucu unsuru Türkleri potansiyel bir tehlike ve aşağılanmayı hak eden bir güruh olarak görmüştür. Koçi Bey Risalesi’nden Hoca Sadeddin’e, Naima Tarihi’nden Peçevi’ye kadar Osmanlı resmi görüşünü yansıtan pek çok Osmanlı tarihinde Türkler acı bir dille aşağılanmakta; Ziya Gökalp’in deyimiyle “millet-i mahkure” (***
millet) olarak tanımlanmaktadır.
Soruyorum, hangi İslamiyet bir kavim ya da insan topluluğunun aşağılanıp Anadolu’da kıyımdan geçirilmesini onaylayabilir? Talihin garip cilvesine bakın ki, “Kızılbaş”ı yani Türk’ü öldürmenin Allah rızasını celbedeceğine ilişkin fetva veren Şeyhülislam Ebu’s-Suud Efendi’nin tavrı bile "Milliyetçi-mukaddesatçı” çevreleri uyarmaya ve Osmanlıyı yeniden düşündürtmeye yetememektedir.

“MUHTEŞEM YÜZYIL”DAN MUHTEŞEM FAŞİZME

Faşizm için bilginin kutsallığı yoktur. O, bildiğini değil, bilgi temeli olmasa da inandığının değerli olduğuna odaklanmıştır. Din ve ahlakı, kadınla şarap arasına sıkıştırıp ahkam kesenler, iktidarın gittikçe şiddetlenen baskıcı politikalarına, yığınları diziye karşı kışkırtarak destek vermektedirler.
“Dizide Allah’ın velisine nasıl içki içirtilebilir? Allah’ın halifesi nasıl olur da cariye ya da eşiyle sarmaş dolaş olabilir? Onlar gökteki yıldızlar gibidir. Tiz, bu dizi yayından kaldırıla!” naraları iktidarda içki yasağını tetikledi. Şamar oğlanı dizi, peşinden İslami olduğu öne sürülen zincirleme kısıtlamaların da zembereğini boşaltacağa benziyor. Ya da, "hayalimde yarattığım din, bana yaşama hakkı bile tanımazken, nasıl olur da padişahlar uçan evliyalar gibi değil de “yeryüzünde yaşayan insanlar" gibi olabilirler?" şeklinde sosyal-psikolojik çıkmazın kurbanlarını, birer dinci militana dönüştürmektedir.
Anıtlar “ucube”, sanatlar haram, özel yaşam yağma Hasan’ın böreğine dönüştü. Yoksullaşma, gittikçe büyüyen işsizlik, Tunuslu Bin Ali gibi zenginlik, Afrika halkına parmak ısırtacak denli perişanlık, hücrelerimize kadar sinen yolsuzluk ve hırsızlık, devlet kesesinden Allah’a efelenip, “Allah’ın bir kuruşu yok” çıkışları genel ahlaka ve İslamiyet’e aykırı değil, bir kadeh şarap ve bir kadında kopartılan fırtına tüm sorunumuz haline geldi.
Muhteşem Yüzyıl bahane, muhteşem siyasal faşizm şahanedir.

Prof. Dr. Şahin Filiz

Geri
Henüz yorum yapılmamıştır.

Oylar:
Average members rating (out of 10) : Henüz Oylanmamış   
Votes: 0