osmanlı Teması
RSS
Siteye Giriş Favoriler
  • Büyük Tutkular Yeteneğinide Kendisi Yaratır.(Fatih Sultan Mehmed Han)
  • Davamız Kuru Bir Cihangirlik Davası Değildir Davamız Bilakis İslam Davasıdır(Ertuğrul Gazi)
  • Osmanlılar Kainat Tarihinin Gördüğü En Büyük İmparatorluklardan Birini Kurdular.
  • Osmanlı Başarısının İki Sebebi: Devlet Teşkilatında Mükemmellik Ve Askeri Teknikteki Üstünlük İdi.
  • Osmanlı Başarısının Asıl Sebebi: Adalet Düzenindeki Üstünlük Ve İnsaniliktir.
  • Osmanlı Bu Gün: Dünyanın Geri Kalan Devletleri Toplam Gücü Üzerinde Bir Kudrete Sahiptir.

Sultan 3. Selim Biyografisi 3

Üçüncü Selim
Üçüncü Selim
Napolyon'ca


"Ey sultan Selim, Hz. Muhammed aleyhissetamın hilafe­tine şayan olduğunu ispat et. İşte seni esir eden, ahidna-melerden kurtaracak vakit şimdi gelmiştir. Sana yaklaştım. Eski dostun olan Lehistan devletinin yeniden hayat bulma­sıyla meşgulüm. Ordularımdan birisi, Tuna yalısına gitmek üzere hazırdır. Sen, moskoflan cephelerinden vurduğun za­man benim ordum da arkalarını çevireceklerdir. Donanma­ların bir gurubu Tulun'dan çıkıp ve gidip, payitahtı ve Kara-denizİ muhafaza edecektir. Artık cesaretlen. Zira; bir daha devletini kuvvetlendirecek ve namını şÖhretlendidîrecek böyle bir fırsat vaktini bulamazsın" Napolyon'un bu sözleri Sultan Selim'e çok te'sir etti." (Tarih-i Cevdet) Sebastiyani bu münasebetle bir muhtıra yazdı. Derhal Türkçe'ye tercüme edilerek, devlet adamlarına klavuz olmak üzere dağıtıldı. Bu muhtıralar: ingiliz gemilerini yaklaşmaktan men etmek böy­lece şehrin bombardımana tutulmasını önlemek, gemilerin veya hiç olmazsa, bunların baştan veya kıçtan demir atma­larının başarısızlığa itilmesi, Osmanlı donanmasını ve deniz müesseselerini mahv etmek için İngiliz donanmasının girme­sini önlemek maksadıyla limanın ağzını müdafaaya hazırla­mak, İstanbul bataryalarını, Üsküdar bataryalarıyla ahenkli bir şekilde ateş etme ve bunu güzelce idare etmek, Osmanlı donanmasını-İngiliz donanması ile savaşa giriştiğin de mev­kii toplarının ateşi altında ricat etmeyi temin, emin bir yerde bulundurmak bunlar içinde, toplarla donanmış ve mümkün olduğu kadar, çabuk ve çeşitli bataryalar inşa edilerek İngiliz amiralinin hücumuna mukabelede bulunmak yahut onu hü­cum etmekten alıkoymak gibi maddeleri yazılıydı.

Herşey baştan başlayacaktı. Avrupa ve asya sahilleri üze­rinde bataryalar yerden çıkar gibi zuhur etti. Sebastiyani herkesin gayretini arttınyordu. Her tarafı tanzim ediyor, padişah-da, vükelada, ricalde gayret ve himmet gösteriyorlardı. Os­manlı milleti Fatih Sultan Mehmed ve Süleyman zamanların­daki gibi savaşa olan istidadlarını isbat ediyorlardı. Sebasti-yani daha neleri gerçekleştiriyordu? Beraberinde sefaret kâ-tibleri olduğu halde yüzbaşı Lakor, mülazım Dökar ile Jerar bulunduğu gibi savunma ameliyesine bakıyorlardı. Daimaç-ya ordusundan ingiliz donanmasının geldiği gün İstanbul'a varmış olan yüzbaşı Butin, Loklark, Kotaîyo'yu bataryaların silahlanmasına memur ediyor, bu arada da İstanbul'a gelmiş olan Fransa ayan azasından Pontekolant da çalışanlara karı­şıyor, İspanya sefiri Marki Dalmanera da kâtibleri ve maiyet askeride, subayıda iştirak ediyor ve bir İstanbul topçu bölüğü teşkil eyliyor. Rumlara hediye ve taltiflerde bulunarak faali­yete geçiriyor, İngilizlerin burun büyüklüğünü kırmak arzu­suyla uğraşıyordu. Sarayburnundan, Yedikule'ye kadar açı­lan cephe boyunca duvarlar yıkılıyor yerine mazgallar peyda oluyor. Sarayların bahçelerinde toprak istihkâmlar beliriyor, evlerin bazıları yıkılıp yerine istihkâmlar yapılıyordu. Her yer­den binlerce amele koşuşup geliyor, bütün sahilde cenk ve cidal avazları yükseliyor, İngilizlere karşı hakaret ve sövme­ler işitiliyordu. Her delikten bir top namlusu uzanıp, gülleler yığılıyor, top mavnalanyla, ateş gemileri iki hat üzere dizili­yor, Kızkulesi ayrı çapda toplarla silahlandırılmış emre hazır bulunuyordu, Sultan Selim bütün gün askerlerin arasında, genellikle yalnız, yaya ve bazen Fransız elçisiyle beraber ge­ziniyor. Ahaliye, askere, cömertçe davranarak saltanat mi­marı gibi, elinde bir fildişi arşın (ölçü aleti) gülümseyerek mühendislere öteyi beriyi soruyor, bataryaların hacimlerini bizzat ölçüyor, Fransız elçiye son derece iltifat ediyor, göster­miş olduğu gayret, himmete daima müteşekkir olduğunu açıkça söylemekte idi. Hakikaten; kısa bir zaman zarfında tophane depolarından yüz adet top çıkarılarak sahil boyuna tayin olunmuş yüzbaşı Boten'in verdiği rapora bakılarak beş günde, Yedikule'den Sarayburnu'na kadar 102 adet top, 69 adet havan, sağ sahile 24 Otop, 12 havan boğazın karşısına 84 top, 15 havan, Üsküdar tarafına 94 top, 14 havan konul­muş idiki, tamamı 520 top, 110 adette havan idi.

Osmanlı devleti de bu mühleti, İngiliz donanmasına gön­derilen divan~ı hümayun tercümanının, Rus ile sulha ve İngil-tereyle ittifakı yenilemeye karar verdiğinden ve bunlara dair bir senet vermek, İngiltere, Rusya'nın istila ettiği kalelerin geriye verilmesini senede lüzum görmiyerek taahhüd etmek, bu senetleri kaide üzerine müzakerede tanzim edilene kadar, İngiliz donanması Çanakkalede durmak, İngiliz elçisi İstan-bula geldikten sonra Sebastiyani'nin, kovulmasına çare dü­şünülmek üzere, kaleme alınmış müsveddenin düzeltilip, de­ğişikliğe tâbi tutulması ve irade-i seniyye taalluku için almış­tı. Ayrıca muhalif rüzgârların meydana getirdiği şartlar, bom­bardıman gemilerinin baştan ve kıçtan demirlemeleri kabili imkân olamıyordu.

ingilizler Çanakkale boğazında da istihkâmlara emir veril­diğinden dönüş yolunun pek zor olacağını kestirmişlerdi. An­cak, kaçtılar denilmesin diye de, avdet yolunu tercih etmi­yorlardı. Bütün bu meyanda garib bir olay husule geldi: "Fe-nerbahçeye vazifeli verilmiş bir kaç asker, Kınahada'ya geç­mişler. Bir kaç tane İngiliz, sandalla su almak üzere, oraya gelir. Hemen savaşa başlarlar. İngilizlerin yedi-sekiz tanesi­ni Öldüren askerler, birkaçını da esir alırlar. Bu esirler ara­sında amiralin genç oğlu da vardır. Askerler amiralin oğlunu saraya gönderirler. Sultan Selim askerlere kırkar altun ile birer çelenk verir. Amiralin oğlu da Kaptanpaşa tarafından ingiliz donanmasına aşırılır. Bu havadis balıkçıları galeyana getirdiğinden İngilizlerin gemileri etrafında dolaşıp bir gemiden diğer gemiye giden sandalları tevkife başlarlar. Hakika­ten İstanbul beş gün zarfında toplarla donandığı gibi ahalide kayıklara binip, adeta donanma üzerine yürüyecek cesarete mâlik olmuştu. Yeni kaptan Şeydi Ali paşa komutasında bulunan 20 kıta harp gemisi Beşiktaş Önlerindeydi. İngiliz elçisi hem hasta hemde yapmış olduğu hesapsız hareketin neticede üzerine düşecek mesuliyetini bir başkası üzerine yıkmağa gayretli idiyse de amiral Dukvorth'dan uygun birini bulamamış ve müzakereleri ona havale etmişti. Amiral 21/şubat'ta ültimatom vermişti. Babıâli 21/şubat'ta kimlerle müzakere edileceğini, nerede yapılacağını, İngilizlerin iyi ni­yetinden endişe edildiğini, müslümanların heyecana geldiği­ni, bir bir ve ağır ağır sordu. Amiral kesin olarak iyi niyet ta­şımakta olduklarını bir daha temin etti. Babıâli hayatının em­niyetini temin ettiği takdirde konferans için neresi tercih edi­lirse edilsin, oraya geleceğini bildirdi.

Bu sırada ise, sarayın duvarlarında sekiz mazgalın daha açıldığını görerek konferans işine İki güne kadar bir netice verilmesini bildirdi. Aynı günde yapılmakta olan savunma hazırlıklarından şikayetçi olarak, üç saat içinde cevabın ve­rilmesini taleb etti. Eğer cevaba erişemezlerse, Marmara de­nizinde bulunan Osmanlı gemilerinin, batırılma veya ele ge­çirileceğini beyan eden tehdidler savurdu. Babıâlide gecele­yin boğazın Anadolu kıyısında yedi mil ötede (Beykoz ola­cak) bulunan bir yeri müzakere mahalli olarak tayin ettiğine dair haber yolladı. Amiral bu teklifi kabul ettiysede, kendi yerine amiral Lewis'i gönderecekti.

Bu arada bir mülazım (teğmen) ile dört gemici esir alına­rak götürülmüşse de, bunların da çarçabuk, tahliyesini taleb eyledi. Fakat ertesi gün bir Osmanlı gemisi gelerek müzake­reye katılacakları alacak idi. O beş ingiliz salıverilmedi. Dok-vorth, yeni şartlar söyleyerek Sebastiyani'nİn, uzaklaştırılmasını ve üçlü ittifakın yenilenmesini istedi. Babıâli; verilen son cevabında, Osmanlı ülkesinde bir tehlikeye maruz kal­madan, bir karış yere bir ingilizin çıkmak mümkün olmadığı, hattâ saraya bile bir İngiliz gelse onu müdafaa etme çok güç olacağı, velhasıl İngiliz donanması bulunduğu yeri terketme-ye ve Çanakkale boğazını, dışarı doğru geçmedikçe müza­kereye devam edilmeyeceğini bildirdi.

Dokvurth ilk önce hiddetleşiddet göstererek, Arbutnot'un Bozcaada'dan gönderdiği geçmiş tekliflerini tekrara kalkışa­cak olduysa da, az sonra bu tehdidlerinin İngiliz donanması, aleyhine olacağını kestirdiğinden, yelkenleri suya indirmeyi tercih etti. 1221 senesi zilhiccesinin 12. günü, 1807 senesi şubat ayının, 20. cuma gününe müsadifdir. İşte o gün yel­kenleri açık olarak, İstanbul üzerine doğru yürüdü. İstan­bul'da bulunan, Fransız elçiliğinde büyük bir heyecan husule geldi. Fakat donanma bir dönüş yaparak yine adalar önüne geldi. Direklerinin ucundan başka yeri görünmüyordu. Yine yakınlaşıp, uzaklaştı. Bütün günü voltayla geçirdi. Akşamle­yin güney cihetine doğru gitti. O gece de şehirde büyük bir endişe hüküm ferma oldu.

Ertesi gün de bütün halk, hattâ içlerinde padişah bulundu­ğu halde surlara çıkıp, İngilizlerin gittiğini görüp, inandılar. Ahali padişahı büyük bir şiddetle alkışladı. Beşiktaş önlerin­de bulunan donanmayı Osman-i askerleri İngilizleri takip için izin istediler. Adetâ söz dinlemez dereceye geldiler. Müessifa-ne; bir hadise zuhur ederdiye korkuluyor, elde edilmiş netice­nin heba olmasından çekiniliyordu. Daha sonra padişahın iradesi çıktı. Ahalinin tezahüratı arasında donanma Marma-raya doğru süzülüp, Kumkapı önlerinde demir attı. İngilizle­rin ricatı ile alakalı resmi haber, Fransanın Gelibolu konsolo­su tarafından gönderilen bir haberci ile kesinleşti. Mart ayının 2. günü Gelibolu minaresinden onüç yelken görülmüş. Bunlar, Lapseki ile Naraburnu arasında Ekinlik deniien yerde durmuşlar. Su alan gemilerini tamir etmişler. Boğazdan ge­çişlerinde Osmanlı bataryalarının şiddetli atışlarına maruz kalarak, Vindsor Kastil isimli geminin, büyük direğinin dörtte üçü 800 librelik ve iki kadem kutrunda bir taş gülle ile kırıl­dığı gibi Aktiv fırkateyni'de 560 librelik bir gülle yemiş. Ro-yal Corc isimli amiral gemisi de başka ve büyük bir gülle isabeti ile hasara uğramış. Bu donanma tamam bir saat bir çeyrek ateşaltmda kalmış. 130 Ölü ve 412 yaralısı olmuş. Eğer Anadolu kıyısı müstahkem ve silahlı olsaymış ve topla­rı da sabit olamasa imiş, tamamen mahvolacak imiş.

Tabiatıyla bu hadisenin neticesinden olarak İstanbulda Fransızlar lehine; büyük bir emniyet ve itimat, son derece yükseldi. Hatta ahali sokakta rastladığı Fransızları çeviriyor, kendilerine yapılmış yardımların minnetini ifade ediyorlardı. Rusya'ya taraftar olan Rumlar bile, patriklerinin kumandası altında olarak şehrin tahkimatının yapılmasında gayret gös­termişlerdi Mora'fılarda, padişaha bir dilekçe ulaştırarak Rus­yalılar ile savaşmağa hazır olduklarını bildirdiler. Fakat; bü­tün bu nümayişler arasında yine, İstanbul sokaklarında, fesat ve fitneye dair dedikodular dönüp duruyordu.

Devlet adamları birbirine düşerek, herkes yekdiğerinin aleyhine iftiralara girişiyor, İngilizlerin İstanbul'a gelmelerini yeni kaide olan "yeniçerileri kaldıracaklar, nizam-ı cedidi on­ların yerine koyacaklar imiş"e vardırarak devlet ricali tarafın­dan özel bir davet olduğu ileri sürülüyordu. Trafalgar ve Ko­penhag galibiyetleri üzerine İngilizlerin İstanbul sularında uğ­ramış oldukları hezimet, İngiliz ahalisi düşüncesinde bir hayli kötü tesirler vücuda getirdi. Akdeniz'de dolaşmakta olan Rus amirali Seniyavin, çok geçmeden de Bozcaada önlerinde amiral Dokvortha, birleşerek yeniden İstanbul'a girmeyi teklif ettiyse de, İngilizler yeniden uğrayacakları müşkülatı tec­rübe etmiş oldukları için kabul etmediler.

Bundan başka yalnız İngiltereye yaramayacak böyle bir teşebbüs için, Ruslara yardım etmek, menfaatlerine aykırı idi. Fakat, bu tarz hareket iki devlet arasında burudet yâni soğukluğa da vesile oldu. Hattâ; bir dereceye kadar da, Ma-polyon ile Aleksandr arasında bir ittifak doğmasının sebebi olan Tilsit mülakatının öngörüşmesini teşkil etti.

Amiral Seniyavin Bozcaada'dan Selanik önlerine geldiyse de, taarruza geçmeğe cesaret edemedi. Tekrar dümeni Boz-caadaya kırmakla, burayı üç gün aralıksız top ateşine tâbi tuttuktan sonra kara çıkardığı ikibin askerle, işgali tamamla­dı. Böylece Çanakkale girişi yine kapanmış oldu. Bu vakada İstanbul ahalisinin ızdıraba düşmesine yol açtı. Kaptanıderya Şeydi Ali paşa, sekiz gemi ve beşbin kara askeriyle, Bozca­ada üzerine, yelkenbastı. İngilizler ise, Rusların İstanbul'a pek faz'a yaklaşmış olduğunun verdiği endişeyle yanlarından ayrılıp, Mısır üstüne yelkenlerini doldurdu. İngilizlerin boz­gundan sonraki kaçışlarının memnuniyeti pek sürmedi. Yen -ni endişelere bıraktı.

Vehhabilerin reisi olan Suud bin Abdülaziz, Medine-i Mü-nevvere'yi istila ederek, mübarek merkadlerin kubbelerini yıkmış, yalnız vukubulan ricalar üzerine Hz. Peygamber (s.a.v)'in, Ravza-i mutaharralannın, kubbesini bırakarak ne kadar kıymetli eşya ve cevahir varsa hepsini alıp Deriye'ye gönderdiği gibi, onlara göre bi'dat olması hasebiyle hutbeler­den padişahın adını kaldırmış, Vehhabi olmayanlara müşrik nazarı ile bakarak, bunları Mekke'yi tavafdan men'e cüret et­miştir. Kendi tarafından Mekke ile Medine'ye birer tane Kadı tayin ederek, diğer kadılarla beraber, Harem-i Nebevi hade­mesini, Medine muhafızını İstanbul'a yollamış, Sultan 3. Se-lim'e bir mektup göndererek "burda türbeler üzerine kubbe200 bina ve kurban boğazlanmamasını" beyan ederek, Padişah 3. Selim'inde mezhepleri olan Vehhabiliğe girmesini istemiş­tir.

Hattâ Şam kafilesi Medine-i Münevvereye giremiyerek ge­riye dönmüştü. Bu hadisat ehli isiâma vükelâ ve padişahın aleyhine hareket etmesi neticesini veriyordu. Diğer taraftan İngilizlerde, İstanbul'da uğradıkları hezimetin acısını çıkar­mak arzusuyla Mısır üzerine dönmüşlerdi. Böylece Mekke ve Medine ile gerek kara, gerekse deniz yoluyla münakale orta­dan kalkmış oluyordu. Fransa'da yayımlanan bir eser, 'ingi­lizlerin, Mısır'ı istilası meselesini, aşağıda aldığımız satırlarda şöylece belirtiyor:

"1222/muharrem/6. sah-1807/martınm/17. günü, 17 tane, İngilizlere aid yelkenli limanın önünde görüldüler. Bu gemilerin kumandanı amiral Lewis'di. Mısır'ı gerek Fransız gerekse Mehmed Ali Paşanın zülmundan kurtarmaya geldi­ğini ilân ediyordu. Gemilerde general Frazer kumandasında, Mesina'ya gelen, 5100 kişilik küçük bir ordu vardı. İskende­riye ahalisi öteden beri, Kavalah Mehmed Ali Paşaya aleyh­tar olduklarından Fransa konsolosu Droveti, ahaiininde, as­kerlerinde düşmanlığını hisettiğinden, pasaportlarını iste­diyse de verilmedi. Bunun üzerine maiyetine onbeş tane Fransız askeri aldı. Eli tabancada olduğu halde, azimetine yâni gidişine mümanaat edilmemesini taleb ederek, muha-fızsız olarak Reşid'e oradan da Kahire'ye gitti. Mehmed Ali Paşa, Said taraflarında da bulunan kölemenleri cezalamak için Cünye'ye gittiğinden konsolos İngilizlerin İskenderiye'yi işgal ettiklerini, acele gerigelmesini ve çok yakında büyük bir Fransız ordusunun geleceğinden mukavemet hazırlıkları­na girişmesini bildiriyordu. Hakikaten İngilizler karaya asker çıkarırken hiç bir müşkülatla karşılaşmadılar. Mutasarrıf Emin ağa, zaten İngilizlerin konsolosu Misket'in tutkulusu idi. İngilizler, İskenderiye'yi işgal ettikten sonra yollarını emniyete aimak için Nİ1 yakınlarında bulunan, Reşid'i ele geçirmek için general Voşep'in komutasında olarak, 1200 kişilik İngiliz askeri birliğini yolladılar. Şehirde beşyüz Türk ve Arnavut askeri vardı. Bu gurub; iki gün yolda hiç bir düş­mana rastlamadığı halde Reşid'e vardı. Askerlerde pek şid­detli sıcaklardan dolayı çok yorulmuştu. Bu yorgunluk yü­zünden şehre karmakarışık olarak girdiler. Hiç bir direnme ile karşılaşmadıklarından müsterih olarak, silahlarını çıkarıp gölgeliklere, uzandılar. İşte o an askerlerimizin üzerlerine çullandılar. Kumandan Ali bey, kaçmalarına fırsat verme­mek için ne kadar kayık varsa Nü nehrinin karşı sahiline ge­çirmişti. Osmanlı askeri İngilizleri saatlerce vurdular. Öldür­düler. General Voşep, iki yerinden yaralı olarak ortada kal­mıştı. Pek çok İngiliz subayı Öldü. Bu kavgada beşyüz İngi­liz askeri telef oldu. Yüzyirmi de esir ele geçti. Ölülerden; seksen tanesinin kelleleri kesilip, Kahire'ye gönderildi. Kel­leler, Özbekiye caddesinde, iki sıra halinde kazıklara geçiri­lip teşhir olundu." Bu arada da, Mehmed Ali Paşa güneyden gelerek kölemenlerden Selyut'u aldı. Mısırlı komutanlardan meşhur ibrahim bey ile antlaşma yapılarak, Mil nehrinin sağ ve sol taraflarını takiben, kuzeye doğru yürüdü. İngiliz kuv­vetlerini bilmediği için, Kahire'ye vardığında, şehri tahkim etmeye iptidar eyledi. Bununla beraber Reşid'e de dörtbin pi­yade ve binbeşyüz süvari yolladı General Frazer, yeni bir se­fer heyet-i seferiye teşkil ederek general İstevar'ı 3 bin piya­de, 6 top, 2 havan ile Reşid'e gönderip, şehri muhasara ettir­di. Mehmed Ali Paşanın, Kethüda bey ve Hasan paşanın ko­mutalarında olarak yolladığı askerle 22/nisanda meydana gelen kanlı savaşta, İngilizlerin feci bir mağlubiyete uğradık­ları görüldü.

Binbaşı Moor esir, miralay Maklod öldüğü gibi pek çok te­lefat da verdiler. Büyük topları çivilediler. Yiyecekleri ve mü­himmatı, eşyaları yaktılar. Asker ve bu askere katılan fertler, aşiretleri ile kurtulanların takiplerine koyuldular ve yolda da fena halde hırpaladılar. Geri kalanlanda, Ebukır'da bekleyen donanma alarak, İskenderiye'ye getirdi. Kahire'ye soluk so­luğa getirilen beşyüz İngiliz esiri, Özbekiye'de sırık üstünde duran arkadaşlarının, kafaları önünden geçirildi. Yürüyeme­yenleri eşeklere bindirdiler. Düşüp ölenlerin kellelerini kesip sırıklara ilave ettiler. "Bu bozgunluk, İstanbul'daki hezimetten daha tesir edici idi. İngilizler; Akdenize hakim oldukları için hezimet haberini avrupaya duyurma işlemini biraz geciktirdi-lerse de, doğu da pekçok kayıp etmişlerdi. İstanbul'dan Ce­zayir, Trablusgarp, Tunus, İzmir'e haber gönderilerek İngiliz­lerin uzaklaştırıldıklarını ve mallarının müsadere edilmeleri emrolundu. İskenderiye'de bir iki ay kaldılar. Fakat bir iş gö­remediler Mehmed Ali, bu esnada bir ordu düzenleyip başla­rında kendi olduğu halde İskenderiye üzerine gitti. Amiral Lewis hummadan ölmüştü. Yerine amiral Hallovel gelmişti. Bu sırada ise Fransa ve Rusya arasında da, Tilsit antlaşması imzalandı.

İngiltere hükümeti ingiliz donanmasının cephaneliği olan Sicilya'ya Fransızların hücumuna ihtimal veriyordu. Buna dayanarak bütün gücünü, Cezayir'e topladı. İngilterenin ef­kârı umumiyesi de "2. bir Napolyon romanı" olan Mısır sefe­rinden hoşlanmamıştı. Bu bakımdan da Mehmed Ali Paşa ile ingiliz amirali arasında, cereyan eden müzakereler pek ça­buk sona ererek, donanma yelken açıp 14/eylülde denize açıldı. Paşa, kaleden atılan topların sesleri arasında tam bir debdebe ile İskenderiye'ye girdi.

Şayan-ı dikkattir ki, şu sıralarda İstanbul'da büyük bir fit­ne ayaklanıyor, İngiltere ile Fransa arasındaki savaş da İspanya meselesinden dolayı, başka bir renk alıyordu. Meh­med Ali Paşa ise, Mısır'da bir nevi istiklâliyet kazanmış gibiy­di. Bu ana kadar Mısır sahilleri gümrükleri tersane-i amireye bağlıyken, İskenderiye'nin zaptından sonra, iskelelerin tama­mını kendi tasarrufuna geçirdi. Elfi bey'in; komutanlarından Şahin bey'İ de getirtip, Ceyze'ye memur etti. İstanbul'dan re­hine bulunan oğlunun uhdesine, Mısır defterdarlığı tevcih edilerek, Mısır'a yollandı. Payitahttaki devlet adamları da Ka-valali Mehmed Ali Paşayı, Vehhabilerin üzerine sevk etme hususunda kafa patlatıyorlardı. Hattâ kendisine bu iş için, bir de kapıcıbaşı gönderilmiş ise de, Paşa: "bu iş acele ile ol­maz. Süveyş'de, gemi yapmalı, tedarikâtta bulunmalı" ce-vabıyla başından savdı.



Sultan 3. Selimin Hâli


Ruslar ile Tuna nehri boylarında savaş devam etmekteydi. 1222/1807. Ruslar, 17 defa İsmaiyl kalesine hücum ettikleri halde, muhafız Kasım Paşa ve Pehlivan Ağanın, kahramanca müdafaaları karşısında firara mecbur kaldılar. Bu arada Alemdar Mustafa Paşa da Yerköy'ü kuşatmış bulunan Rus birlikleri, üzerine hücum ederek, büyük zayiatlar verdirmeyi başardı. Ancak savaşın en büyüğü ve en müthişi payitaht'ta vuku buluyordu. Padişah ve hükümeti pek zaaflı bir hâie gel­mişti. Hem de öyle bir halki; nice gayretler ile meydana geti­rilmiş, nizam-ı cedid askerjni bile Tuna boylarına sevk ede­medi. Ancak, küçük bir miktarını Karadeniz boğazında mu­hafız olarak bulundurabiliyordu. Anadoluda pekçok talimli asker varken, onların yerine bir takım derebeyleri kullanılı­yordu.

Rumeli ve Anadolu'dan gelmiş bulunan, nefir-i âm askeri­nin, derme çatma, çapulcu olup ve Rus ordularına karşı tesi­ri yok idi. Eğer, nizam-ı cedid ve talimli asker sevk edilebilşeydi, Ruslar, Memleketyn (Romanya)de, pek büyük zararia-ra uğrayacaktı. Büyük bir galibiyet kazanmak işten bile de­ğildi. Tutucu düşünce sahipleri ortalığı doldurmuş ve taşır­mış olduğundan, nizam-ı cedid düşüncesi de yeniçerileri kız­dırmıştı.

3. Selim hân'ın nizamı cedide verdiği fevkalade önem, kendisinin yavaşlığı ve tereddüdlü davranışları sebebiyle var­lıklarını gösteremiyorlardı. Başlangıçda pek endişe vardı. Ancak hakimane idi. Hatta bu asker için kurmuş olduğu 20 bin keselik irad-ı cedid hazinesi de o ehemmiyet-i fevkalade­nin en büyük nümunesidir. Bu varidat, 1212/1797 senesinde 60 bin keseye kadar yükselmişti. Bu gelir artışı sebebiyledir ki, Levend çiftliğinden maada Üsküdar'da ve Anadolunun bazı mevkilerinde de, eyalet askeri nizam-i cedide katılıyor­du. Fakat o zaman için ne denebilirki, hakikat erbabı, 3. Se-lim'in kabul ettiklerini kabul ettiği halde, bir müfrit ekseriyet. nizam-ı cedidi, gavur icadı diye isimlendirerek taraftar topla­yarak, bu yeniliği beğenenleri kâfir ilan etmekten çekinmedi­ler.

Bir takım devlet düşkünleri de, bu düzen içinde yükselen kimseleri türlü türlü iftiralarla lekelemekten geri kalmadılar. Neticede, İstanbul'da efkârı umumiye ikiye bölünmüştü. O devrin ruhi hâli ve düşüncesini tetkik süzgecinden geçirecek olursak şunları özet olarak tesbit edebiliriz: "Mizam~ı cedidin kurulmasına teşebbüs edildiği sırada devlet adamları ve ileri gelen kimseler padişahın iradesi ile yazıp vermiş oldukları la­yihaların içinde yer alan fikirler, çoluk çocuğun ve de bazı yakınların ağzına düşerek: "herkesin istidadı verdiği lâyiha­sından belli ve kişinin rütbe-i idraki zâdei tabiinden belli olu­yormuş." şeklinde alay edilecek hale düşmeleride, bu gibi zatların küsmeleri, birer tarafa çekilmeleri, bu kurena arasın­dan sivrilen Enderun-u hümayun başkâtibi Ahmed efendi gibi fazilet erbabının, vekiller ile birlikte toplanarak gündüzleri, ikindiden sonra Enderuna giderek babıâliye ait işleri evlerin­de görmeleri, geceleri


Ilhad Ve Zenadıka


Cevdet Paşa tarihinde yer alan aşağıdaki bölüm, zamanın düşük mertebesini gösterir: "işte bu sırada İstanbul'da bir de ilhad ve zenadıka düşüncesi ortaya çıktı. Şöyle ki, Sultan Selim hazretlerini cihangirlik sevdasında bulunmakla (!) ya­kınları dahi onu şişirmek için kimi manzumesinden ve kimi de" Cifr-i Kebir-i Şeyhi Ekber'den ve kimi bazı ehli keşif ve kerametden manâlar nakil ve ityan ile "müceddid-i devlet" olduğunu da vechi tahkik üzere huzuru hümayunla­rında dermiyan ederlerdi. Bu mülabese ile mutasavvıf güru­hundan geçinen ve: -Erenler şöyle yaptı. Böyle yapacak. Şeklinde yalan yanlış sözlerle halkın cebinden para koparan bir takım mülhidier de, Enderûnu hümayuna gidip gelerek o devrin ricali, genellikle cahil ve alelade gurubundan olan bazı enderunlu takımı cehaletleriyle beraber dışarıda genel dü­şüncelerden gafil olduklarında, ehl-i şer'i gözünde, küfrüyat sarfı sayılır bir takım sofilere ait kelimeler kullanmağa başla­dılar. Eğerki yeniçeri pirdaşları olan Bektaşi derbederlerinin, her gün yaptıkları hezeyanı onların tefevvühatından daha kö­tü idiyse de onların böyle tefevvühatı yâni sözleri "bütün din­leri inkâr eden Fransızları taklit ve onlara uymak esnasında ortaya çıkarak," bütün nazarları üzerlerine çekerek, halk on­ların böyle şeriatın zahirine uymayan durum ve hallerden ürkdü. Hemen kitab-ı şeriatde ki apaçık belirtilmiş mesele­lerden başkasını incelemeyen ulema güruhuda enderûn adamları ve dışarıdaki kimseler hakkında, büyük şüphelere düştü. "Yine tarihlerin genel rivayetindendir ki, Sultan 3. Se-lim'in düşünce yapısında tereddüd önemli bir yer kapsamak­la beraber, davranışlarda yavaş mizaç hüküm sürmekteydi. Bilhassa yeniçeri askerinin nizamı cedidi tahkir ve kâfir ola­rak nitelendirmeleri hususunda karşı ses çikarmamsı, bu gü­ruhun azmasına vesile oldu. Eğer özetleyecek olursak, gör­düğümüz şu vakaların yardımıyla biz de yeni fikir büyük bir ifrat yâni aşırılıkla başlıyor ve bir kaç kişinin tekelinde olarak devam ederken taklid edenler aleyhinde bulunanlardan, çok fazla yerleşmesini geciktirme veya iptaline sebeb oluyorlar.

Kadı Abdurrahman Paşa'nm Edirne vak'asından sonra ge­ri dönmesi, devletin bir müddetten beri edinmekte olduğu ilerlemeye dönük intizamdan, vazgeçmeğe eğilim gösterme­siydi. Cevdet Paşa; "bu ricatı, padişah 3. Selimin mülayim ve yumuşak kaibli bir kimse olmasından dolayı, o sırada devletin hâli, asla hiç birini kullanamayacak durumda bulu­nan güzel silahlarla odasını süsleyen nâzik çelebilerin hali­ne" benzemekteydi der. Paşa, bu benzetmesiyle büyük isa­bet göstermiştir. Bu kadar birbirini takip eden hadiseler ara­sında, Fransa elçisi general Sebastiyani'de devleti Fransadan yardım İstemeğe mecbur etmek bahanesi ile adamlarına tali­mat vererek, yeniçeri büyüklerine: nizam-ı cedid'in kurulma­sından maksadın ocağın kapatılması, maaşlarının vükelaca cebine indirme hareketidir, demelerini istiyordu. İmparator bu talimatın verildiğini duyunca, sizin hâlinize teessüf ediyor. Eski usûlün bozulmaması taraftarıdır. Fakat askerimizde hu-dud boyundadır. Lâzım olursa İstanbul'a getirtilecektir. Şek­linde telkinatta bulunuyordu. Velhasıl, İstanbul bir karışık dü­şünce dalgalan arasında bocalamaktaydı Bir de, orduyu hümayun'un Ruslara karşı harekatında padişah yakınları vede devletin ileri gelenlerinin pek büyük kısmının payitaht'ta kal­malarını bu savaşta, yeniçerilerin öldürtülmesi için bir muva-zadan ibaret olduğu düşüncesi pek kuvvetli tarzda şuyû bul­du.

Bunlara da ilaveten başka bir durum daha vardıki, o da Köse Musa paşanın, sadaret kaimmakami, Topal Ataullah efendinin şeyhülislâm olmaları hususuydu. Çünkü bunlar ni­zamı cedid aleytan kimselerdi. Bir daha söylemekte zaruret vardır ki, bizde meydana gelen ihtilâl ve isyanların tamamın­da, erbab-ı din şıkkını, o güzelim ve temiz Şeriat-ı Muham-mediyi alet olarak seçmişlerdir. Yâni; bilerek, bilmeyerek di­nimize taarruzla da memleketimize pek büyük fenalıkları, ci­nayetleri reva görmüşlerdir. Hakikaten de bu ana kadar gör­düğümüz ihtilallerin tamamı, hükümet istibdadına aleyhte olarak vukubulmuştur. Ancak, bir müstebidin taht'tan indiril­mesi veya öldürülmesini müteakip, yerine bir başka müste-bid getirilme yolu tutularak işi başka bir menfaatin kanalına değiştirmeye götürmek olmuştur. Vatan, ülke ve ahali aynı dönemler de büyük felâketlere uğramışlardır. Bu bakımdan yapılanlarda insani bir fikir veya dindarane bir anlayış mev-cud olmamıştır. İşte bir numunesi:



Kabakçı Vakası


Epeyi bir zaman evvel Trabzon'dan iki bin kişi kadar Lâz getirtilmiş ve Karadeniz yâni İstanbul boğazındaki kalelerde muhafız yamaklara ilâve olarak verilmişler isede, bunların maaşları nizamı cedid sandığından verile gelmekteydi. Böyle yapmakta güdülen maksat, boğazın İki tarafında yaşamakta olan nizamı cedid askeriyle ülfet kesbedip, biribirlerine ısın­maları idi. Hâttâ arada sırada Bostancıbaşı Şâkir ağa burala­ra gider, boğazın nâzın ingiliz Mahmud efendi ile konuşur, yamaklardan bazılarını yanlarına getirtip:

tenbihinde bulunurdu. Buna karşılık, Köse Musa paşa, yeni­çeri ocağını fesata vermeye gayret göstermekte, adamların­dan bazılarını yamakların yanına göndererek: sizlerde yeni­çeri sayılırsınız, nasıl olurda, frenk kıyafetinde askerler ile konuşursunuz? Siz, nizam-ı cedid elbisesi giymez, harbeli tü-fenk kullanmaz iseniz, boğazdan kovulacaksınız" sözlerini duyurarak teşvikatta, pek de fazla ileri gitmekteydi. Musa Paşanın bu ifsat edici gayretleri öyle noktaya vardı ki, ya­makların bir cemiyet-i belâsı kuruldu.

"Biz kuloğlu kuluz. Eba emced yeniçeriyiz. Nizam-ı cedid elbisesi giymeyiz" şeklinde seslerini duyurmaya karar verdi­ler. Bu yakın günlerde husule gelen iki olay, azgınlar güruhu­nun asabiyelerini tahrik etmeye kâfi geldi. Olayların ilki; "3. Selim, Bayezid camii şerifindeki selamlık merasimi sonun da, Sekbanbaşı olan ArifAğa'ya Dediğinde, Arif Ağada: Demiş. Bu cevab üzerine padişah-ı cihan: buyurmuş." Bu konuşma yeniçeri tarafından duyuluncada gizlice yapılan istişareler sonunda Karadeniz yamaklarına karakullukçular gönderildi. Böylece nizam-ı cedid askeri ile yamaklar arasına düşmanlık tamamen girmiş oldu artık bu adavetde kendisini şurada bu­rada biribirleriyle doğüşür hale getirdi. Musa Paşa, zaten dı­şa rda fitne uyandırmak ve böylece İstanbul'u karıştırmak ar­zu ve amacı taşıdığından, fesadın çıkış kaynağı olmak üzere boğaz nâzın Mahmud efendiye, yamaklarında nizam-ı cedid elbisesi giymelerini emretti ki, buna ateşe körükle gitmek denir.

Olayların ikincisini teşkil eden de; Mansıbı olan yere gitme kararı vermiş ve buna bağlı olarak, Üsküdar'a geçmiş bulu­nan, Karaman valisi Ragıp Paşa, padişah yakınlarına yakın davranmayı yeğlemiş, bu vesile ile de nizamı cedidin kullan­dığı nişanlarla süslü kaputlar yaptırarak, kavaslarından bir kaçına giydirmek istedi. Kavaslar Laz yamaklardan oldukları için, bunları almayıp boğaza gidip, kendilerine yapılanı ora-dakilere anlatmaya koyuldular. Bu durumu müteakiben, pa­dişahımız, Ragıp paşaya bütün dünyayı nizamı cedid yap­mak için tuğ vermiş, o da, şimdiden nişan vermeye başla­mış, sözleriyle ayağa kalkıştılar. Kendilerine asla böyle bir şeyin bulunmadığı yolunda, vaz-u nasihatta bulunan Macar tabiyesi subayı Halil Haseki'yi sonra Büyükdere ocağına İlti­ca etmek için, kaçan boğaz muhafızı Mahmud efendi ile hiz­metçisini ölümlerin habercisi olmak üzere de katletmiş ol­malarıydı. Vaziyet İstanbulda işitilince, kaimmakam Musa Paşanın bir kazadır olmuş, yamaklar da itaat etmek üzere bulunuyor diye işi bastırdı. Ertesi gün yine bunlara nasihatla teskin için giden yeniçeri ocaklarının sözü geçen ihtiyarları, ahçı ustaları ve yazıcılardan meydana geien bir heyet bu işe sebeb olan Şam'lı Ragıp Paşadır, dolambaçlı hükmünü verdi. Bunun üzerine paşanın, vezirliği iptal olunup, Kütahya'ya sürgüne gönderildi.

Aynı gün Musa Paşa ile İbrahim kethüda ve boğaz muhafı­zı İnce Mehmed Paşa ve bazı devlet adamları, Çartak kollu­ğunda Sekbanbaşı ve bazı yeniçeri ağalarını topladılar. Sek-banbaşK-Yamaklar, İstanbul'a gelip bir fesat çıkaracaklar di­ye duyuyoruz. Demesi üzerine: İbrahim Kethüda: -Bunlar karga derneğidir. Ehemmiyet verilecek şeyler değildir. İtaat etmezlerse cebren itaat ettirilir. Şeklinde ve büyük bir kızgın­lıkla ifadelerde bulundu. Bu sözle Musa Paşa işe yarayan bir destek bulmuştu. Çünkü fesat bastırılacak korkusu taşıyor­du. Korku duymasının sebebi yamaklara ei altından kalkış­malarını bildiren ta kendisiydi. Ancak esas cemiyeti ertesi gün Büyükdere çayırında yapılan, meşveret ortaya çıkardı. dört-beş yüz yamak, islam olsun hristiyan olsun, hiç kimse­nin mal, ırz ve canına dokunmamak ve dokundurtmamak, dokunan olursa idam ettirmek, meşihat kapısından tasdiki yapılmayan, hiç bir istekte bulunmamak kararı ile At mey­danında toplanarak babıâliden taleb edecekleri kendilerine verilmedikçe dağılmayacaklarını, adetleri üzere olan kılıç at­lamak gibi yemin yerine geçenleri yerine getirdiler. Araların­dan Kabakçı Mustafa çavuş'u reis, Arnavut Ali ile Bayburtlu Süleyman ve Memiş çavuşları komutanlığa seçtiler. Kıyı bo­yunca gidiyorlardı. Karşılaştıklarını kendilerine katılmaya ik­na ediyorlardı. Buna karşılık nizamı cedid askeri Musa Paşa­nın emriyle yerlerinden kımıldatılmıyorlardı.

Musa Paşa, padişahı kendinde var olan münafıkça davra­nışlar sayesinde kandırmaya, muvaffak oluyordu. Kandır­makla ne yapmıştı. Musa Paşa harekete geçmiş olan Kabak­çı ve güruhuna bir nasihatçı yollamak lâzım geldiğini ifade etmişti. Çok merhametli bir zât olan padişah, işlerin kansız halli tek arzusu olmasına binaen bu teklife rıza göstermişti. Ancak, dessas Musa Paşa^burada seçtiği nasihatçı ile padi­şahı aldatmış oluyordu. Çünkü; bu nasihatçı, yeniçeri 25. bölüğünün mütevellisi olan, Kazgancı Lâz Hacı Mustafa ağa gibi bakır kazancılığında büyük servetin sahibi olmuş ve İs­tanbul'da bu işi yapmanın imtiyazını'elinde tutan tek kişiydi. Buz gibi bir nizamı cedid aleyhtarı olup, bu vazifesinde işi görünüşte, yamakları teskine gayret etmesiysede, esasta on­ları tahrik edip hareketlerinde ısrarlı olmalarını temindi.

Bu Mustafa ağa gelmekte olan yamaklar cemiyeti ile Yeni-köyde karşılaştı. Yamaklar, nizamı cedidden korkulan yüzün­den, Halil Haseki ile Mahmud Efendi'yi idam etmiş oldukları­na pişman olduklarını ve nizamı cedid boğaz civarında bu­lundukça kendilerine emniyet gelmiyeceğinden bahsettiler. Eğer nizam-i cedid askeri çekilir çekilmez derhal yerlerine döneceklerini anlattılar. Mustafa ağa, durumu Musa Paşaya anlattı. Musa Paşa da, nizamı cedidin çekilmesinin iradesini padişahdan aldı. Bu iradeye inkiyad eden askerse, Levend çiftliğine çekilmek üzere boğazdan kalktılar. Bir kısmı da, üsküdarda bulunan kışlalarına çekildiler. Devlet adamları da bu gelişmeleri hareket bastırıldı zannederek, babıâli'den da­ğılarak hanelerine çekildiler. Aslında fitne bastırılmış değil, bilakis uzaklardan, İstanbul içine çekilme plânı uygulanmıştı. Hatta, şehzade Mustafa'nın sadık adamlarından Abdurrah-man ağa ile bazı ulemanın gönderdiği Hammaloğlu Mustafa dahi kıyafetini değiştirerek yamaklara ders'e gİtmişlerdiki yardımlar sayesinde Kabakçının kurmuş göründüğü cemiyet hızla büyümekteydi. Bilhassa nizam-ı cedid askerinin çekil­mesinin sağlanmasından sonra, fesadın artık önüne geçebi­lecek bir güç kalmamıştı.

Dellâllar: - Ya İbadullah (Allahm kullan) meramımız niza­mı cedid belasını kaldırmaktır. Başka niyetimiz yoktur. Müslüman olanlar, kendilerini ocaklı bilenler bizimle beraber olsunlar, şeklinde bağararak gece saat dört sıralarında Top­hane'ye ancak indiler. Topçular, eşkıyaya karşı hazırlıklarını sürdürürlerken, Musa paşa ve Sekbanbaşi taraflarından: "kimse karşı gelmesin, bu iş herkesin ittifakıyla olmakta­dır" haberini aldılar. Bunlar, hemen kazganlarını Tophane meydanına çıkararak, Kabakçı'nm topluluğuna tâbi oldular. Padişah 3. Selim, bu işin başka eller tarafından tertiplenmiş olduğunu anlamış bulunmasına rağmen, teskin işini yine de,

Musa paşaya vermekle büyük bir zaafa ve azim bir hataya düştü. Bunun hata olduğu asla şüphe getirmez. Bu hususta; Cevdet tarihindeki beyana göre: "Levend çiftliği ile Üsküdar kışlasında, onüçbin nizamı cedid askeri bulunmaktaydı. Eğer, Köse Musa'nın boynunu vurup, şeyhülislâm Ataullahin boynuna sarığını dolayip bu askeri kullanmış olsaydı, asileri durdurup, cezalandırmak kolay olabileceği gibi devletide tanzimde başarı sağlardı. Maalesef böyle bir istidad, böyle bir metanet, bu çeşit azim 3. Selim'de yaşayan bir kabiliyet de­ğildi. Bu hasletler yerine müthiş bir nezaket, bir işe yarama­yan sonsuz bir hüsn-ü zan taşımaktaydı. Hâl böyle olunca is­yancıların teskin edilme işlemini babıâli'nin eline bıraktı.

Musa paşa güya iş görecekrnişçesine, devlet ricalini gece yansı babıâli'ye topladı. Bunlar olurken, İstanbul alıp, ver­mekteydi. Eşkiya kayıklara binerek; gurup, gurup Çartak ve Kapandaki iskelelerine geçerek, yeniçeri kışlalarına dağıldı­lar. Galata'dan, Üsküdar'dan ne kadar kayıkçı, hamal, serse­ri takımı varsa, İstanbul cihetine geçtiler. Bunların arasına bir kaç yüz kalyoncu da iltihak etti. Dikkat ediliyormu? Biz de ihtilâl erbabının kimler olduğunun farkına varılıyormu? Taas-sub ve cehaletin hüküm sürmüş olduğu yerlerde kuvvet da­ima ayak takımında bulunur. Kabakçı ve isyana katılanlar at meydanında toplanmışlardı. Öte taraftan yeniçeri ihtiyarla-nyla ileri gelenlerini Süleymaniye camiinde içtima ettiler. Şeyhülislâm, eski kadi'ların ağa kapısına gelmelerine karar verip haber gönderdiler. Şeyhülislam Ataullah ve Rumeli ka~ dıaskeri Ahmed Muhtar, Anadolu kadıaskeri Mehmed Hafid, İstanbul kadısı Mehmed Murad efendiler başlan şal ile örtülü olarak geldiler. Bir miktar konuşulduktan sonra ağalar kışla­larına gitmek üzere kalktılar. Sekbanbaşı Arif ağa, bunlara teşvikatta bulunmaktaydı. Ağalarla, Kabakçılar, Et meyda­nında seğirdim arıcılarının toplanma yeri olan Tekke adı verilen yerde, buluşup ittifak ettiler. Yeniçeri kazgan(kazan)ları meydana çıkarıldı. Cebe ocağına ait kazgan ve askeri de geldi. (Tıpkı 31 mart vakasında olduğu gibi) müfsidlerin öğütlemesi sonucu bir bölük asker çıkarıldı. Bunlar: "dük­kânlar açılsın. Kimse işinden kalmasın. Kimseye zararımız yoktur. Bizim bu gayretimiz ancak Allahın kullarının, ve devletin nizamı içindir." şeklinde bağırtıldılar, hakikatten kimseye dokunulmuyor, herkes serbestçe geziyordu. Esnaf ise alış verişindeydi. Vaziyetin aldığı renk, padişaha duyuru­lunca, kapılan kapatma yolu tutuldu. Yine bir büyük hata olarak, nizam-ı cedidin kaldırıldığı açıklayan bir hattı hüma­yunu babıâliye gönderdiler.

Padişah, bu işle âlimlerden yardım ister görünmüştü. Ne garibdirki, isyana çıkan güruh, elan nizam-ı cedid'den kork­maktayken, padişah bunları adeta sevindirircesine o, kurulu­şu iptal ettiğini bildirmişti. Hakikaten buna pek fazla sevindi­ler. Köse Musa ise bu sırada Kabakçı Mustafa'nın eline bir liste tutuşturdu ki, bu liste de onbir kişinin adı vardı. Bunlar; İbrahim kethüda, Bahriye nâzın Hacı ibrahim, Rikâbı hüma­yun kethüdası Hacı Memiş, reisülküttab vekili Sofi Ahmed, irad-ı cedidin defterdarı Ahmed, darphane emini Ebu bekir, valide kethüdası Yusuf, enderundan serkâtib Ahmed, ma-beynci (başka) Ahmed, bostancibaşı Şâkir beyefendilerle müderrislerden, Kapan naibi Lütfullah efendilerdi. Kabakçı Mustafa bu listeyi ortaya koyarak: "Memleketi harab eden bu onbir kişidir. Bunları ölü veya diri olarak padişahdan is­teriz. Dediler. Her yerde, nizam-ı cedidin kaldırılmış bulundu­ğu ilân ediliyordu. Tellallar bas bas bağırıyorlardi. Eşkiya Et meydanından kalkarak, At meydanına gitme teşebbüsünde bulunduysa da, kendileri içinden bir gurup engel oldu. Fakat bizim ihtilallerde eskiden beri kaide olan, ihtilalcilerin hiç bi­rinin malumu olmayan: -Bizim şeri'at ile görülecek işimiz

var. Şeyhülislâm kadıaskerle buraya gelsinler diyerek, listeyi ağakapısına gönderdiler. Bu liste hakkında şeyhülislam tara­fından padişaha bir dilekçe yazıldı. Bu onbir kişinin adlarını yazının baş tarafına koyarak, bunların cezalan verildiği tak­dirde, herkesin yerli yerine döneceğini bildirdi. İşte, padişa­hın zafiyeti de bir daha burada kendisini gösterdi. Eşkiyadan kimsenin kılına dokunmazken, canı gibi sevdiği kimseler hakkında, istenmekte olan cezalandırılmaya razıoldu. Bakın; burayı Cevdet Paşa kıymetli eserinde pek güzel ifade etmiş:

"Şeyhülislâm efendi ve Rumeli ve Anadolu kadiaskerleri ile İstanbul kadısı beraberce At meydanına gelip, meydanın tekkesinde oturdulduklan esnada yamaklardan bir delikanlı da hepsine hitaben: dediğinde, müfsid Ataullah: diye cevap verecek, eş-kiyanın karşısında kendisini temize çıkarma gayreti güder. Bu sıralarda ise, Köse Musa paşa listede, isimleri yazılı olan­ların kellesini alma gayretini gütmekteydi. Padişah bu istek­lere karşı serkâtib Ahmed efendi ile mabeynci Ahmed beye sizi de istiyorlar, elimden alırlar, varın başınızın çaresine ba­kın, şeklinde hitabdan sonra, izin verdi. Musa paşa'yada: şeklinde emir verdi. İçlerinden yalnız, Memiş, Sefer ile Bekir efendilerin babıâlide Bostancibaşı Şâkir beyi saray­da boğarak katledip, başlarını eşkiyaya gönderdiler. İbrahim kethüdayı firar etmiş olmasına rağmen Yenikapı Langa da bulunan bir evin mahzeninde yakaladılar. Büyük hakaretlerle Et meydanına getirdiler. Başmühendis olan pek de kıymetli adamlarından biri olan Ali beyle birlikte kılıç ve hançer dar­beleri ile paraladılar. Bu iki garibi, Et meydanına getirirler­ken, meydana gelen izdiham esnasında, ortalığa hâkim olan nizam-ı cedid askeri geliyor sedasının korkusuda eşkiyanın birbirlerini ezercesine kaçışına sahne oldu ki, nizam-ı cedidle aralarındaki fark bu hadisede de pek ayan oluyor. Artık, fe­sat ateşi adamakıllı her yeri sarmıştı. Sönmek bilmemektey­di. Sultan Selim, sadaret kaymakamına gönderdiği bir hatla meramları nedir? Sorusunu ulaştırdı. Nizam-ı cedidin hazine­sinin kaldırılmasını talep ettiler. Bu talebi de padişah:,<İrad-ı cedidi de kaldırıp lanet ettim> şeklinde haber gönderdi. Del-lallar bu meseleyi de sokak sokak bağırarak dolaşıp ahaliye duyurdularsa da, eşkiya yerinden kımıldamıyordu. Birden bi­re Abdülhamidi evvel'in şehzadelerinden Sultan Mustafa ve Sultan Mahmud'u kimseye inanmadıkları için, kendilerine ait kimselerden, yanlarına adam koyacaklarını ve muhafaza edeceklerini isteyen teklif gündeme geldi.

Sultan Selim, bu teklife de olumlu cevap sayılan evet'i bastı. Ulemadan biri ve ocaklıdan da birisi gelip muhafaza etsinler dedi. Seçe seçe birinci imam ve aygır İmam lakablı, Hafız Derviş Mehmed ile eski sekbanbaşı Osman ağa saraya gönderildi. Sultan Selim bu münasebetle babıâliye yazdığı hattı hümayunda diyorki; Bu hattı hümayun babıâli'de bütün ulemayı ağlatmış ise de ne faide! Çünkü kendi ekmeğini yemiş olan Aygır İmam bile saraya giderek, kendi yüzüne karşı: şeklinde kabaca hitablarda bulundu. Sekbanbaşı Osman Ağa utanarak dışarı çıktı. Padi­şah ise yine de nezaketini elden bırakmadı: emrini verdi. Bu şekilde huzurundan defey-ledi. Eşkiya o günde dağılmadı. Hemen ertesi günkü Cuma günü şeyhülislâm huzurunda, eski vede hali hazır sekbancı-lar, başturnacılar ve ocak ihtiyarları ile söz sahiblerinden, meydana gelmişlerle yapılan toplantıda, toplanmış bulunan isyancıların dağılması ve herkesin yerli yerine gidip, boğaz isyancılarına hilatlar giydirilip, rütbeler ve bahşişler verilmesi kararlaştırıldığı halde şeyhülislâm Ataullah efendi de: <.varın bir kere başbuğlara ve adamlarına sual edin. Başka bir ta­lepleri varmıdır?> Dedi. Bu sorunun gereği için üç-dört ihti­yar toplanmış bulunanların cemiyetine gittiler. Orada bulu­nan cemiyet ileri gelenlerinden çıkan cevap, askerler ile bir görüşelim oldu. Et meydanında bulunan Namazgahın hemen yanında istişare etmeye başladılar. Bu sırada İstanbul Kadısı, Muradzâde Murad eşkiyanın ortasına dalarak: "Fakat bu olanlardan sonra bu padişaha emniyet etmek mümkün-mü?" sorusunu ortaya atarak, kıyamın durumundaki büyük bir renk değişikliğine sebeboldu. İsyancıların başında bulu­nanlar adetâ koşarak şeyhülislâmın yanına doluştular ve: "Sultan Selim'in saltanatında bağımsızlığı yok. Hükümeti bir takım zalimlerin eline verdi. Kendisi zevk ve safasıyla meşgul. İşbaşına getirmiş olduğu kimseler fakir ahaliye çe­şitli zülumlar ediyorlar. Böyle bir padişahın hilafeti sahihmi-dir? deyince, Ataullah efendi zaten tasavvuru bu soruyu sor­durmak olduğundan, 3. Selim'in hâl'ine fetva verdi. Babıâli-de bekleşmekte olan zamanın uleması, At meydanına toplanmak üzere çıktılar. Bu ulemanın bir bölümü hâl işinin doğru olamayacağını, isyancılara nasihatin yeterli olucağını söylerken, Kabakçfnın baş elemanlarından Bayburdlu Sü­leyman:

<Şimdiden sonra ne o bize padişahlık eder. Ne de biz ona kulluk ederiz. Bu işi hemen bitirelim> diyordu.

Bu sırada ise, Et meydanında Sultan Mustafa'nın tahta çı­kışının duası yapılıp, fatihası okunuyordu. Okunan fatihadan sonra askerinde hep bir ağızdan amin diyen sedası her yana yayıldı. Buna ne yapalım? dediğinde sergerdeler de":

-Siz ulema ile gider, Sultan Mustafa'yı tahta iclas edersiniz. -Ben yalnız gidemem. Asker isterim. -Beşyüz asker yetermi? -Daha çok olsun.

-îkibin asker siz saraya varıncaya kadar yirmibin olur. Biner kişiden, iki bayrak askerle sekbanbaşi eskileri ve di­ğer ocaklı, şeyhülislamla ulemayı At meydanından alıp, alay halinde yürüdüler. Sarayın önünde bayraklarını babı hüma­yunun ikitarafına dikilip durdular. BabıâÜde Musa paşa neşe­li, devletin ileri gelenleri resmi elbise tedarik etmekle meş­guldüler. Sultan Selİm'e; hal olundunuz haberini vermek işini Anadolu kadiaskeri Hafid efendi üstüne aldı. Sekbanbaşı Arif ağa ilede saraya gittiler. Ancak kapılar kapalı İdi. Hemen Darüssade ağasına, Sultan Mustafa tahta çıkmadıkça ve biat merasimi yapılmadıkça askerin dağilmayacağı mealinde bir tezkere yazılıp vezir karakulağıyla Soğukçeşme kapısından, Enderuna gönderildi. Tezkereyi alan ağa, sünnet odasında oturmakta bulunan padişaha getirip açmadan teslim etti. Pa­dişah tezkereyi okudu ve dudaklarından ayeti kerimesi döküldü. Harem-i hümayuna çekil­di. Bu hareketi saltanatı terk etmekti. Fakat dahilde kimse haberdar değildi. Dışarısına gelince izdihamdan geçilebileo yer kalmamıştı.

Musa paşa, saray kapıları açılmaz ise açmaya lâğımcıl arıyor, isyancılar ise, öğretildiği gibi: -Sultan Selim'i istemyiz, Sultan Mustafa efendimizi isteriz, şeklinde bağırışmaktlardı. Musa paşa bunların bir bölümünü babaıâliye gitrnele hususunda teşvik etti. Hakikaten o kimseler babıâli'ye geç*rek ortalığı velveleye verdiler. Vaziyet bu şekle gelince şeyhülislam ve diğer devlet adamları, padişahın sarayına gitmeğe mecbur kaldılar. Bu velvele esnasında mabeynci Ahme Muhtar bey isyancıların eline düştü ve parça parça edile Saraya gidilip, Babüssadenin Önüne gelindiğinde yalnızc şeyhülislâm, kaimakam Musa paşa Sofa denilen yere kadar gittiler. Topal Ataullah, padişaha vaziyete son derece nâzine ve riyakârene tarzda izah etti. 3. Selim'de çekilirken, dü;

manini hâla dost biliyordu. Bunlar olurken tarih 1222/180 yılını göstermekteydi. 19 sene 7 ay 10 gün saltanat ett

Devri hep olaylar ile geçti. Onun zamanında, iç işlerde e çok nazarı dikkati calibiyet bölümü, isyancıların dahi kendisini sevip, saygılı davranışlarda bulunmalarıdır. Ancak ülke) bir çok ellere emanet edilmiş görerek iddialarında durmalarıdır. Cevdet Tarihinde nakledildiğine göre;

"Cezzar Ahmed paşa bile padişahın adı anıldıkça hemeı ayağa kalkar, fermanı geldikçe, binek taşına kadar iner benim boynum Sultan Selim'e kıldan incedir. Katlim mu rad-ı şahaneleri olduğunu bilsem bir dakika durmam, başı rnı teslim ederim, der idi"

Payas'da isyan ederek epeyi şöhret sahibi olan Küçük A oğlu Halil paşa da, müverrih Asım'a göre: "Devlet dediğiniî yalnız taraf-i saltanat mıdır? Taraf-ı saltanat ise, emrine bo yun eğeriz. Maazallahu Teâla isyanda bulunanların, nama; ve nikâhları sahih olmaz. İkinci ve üçüncüye gelince biı memlekette bir kaç tane padişah olmaz. Bizim serkeşliği­mizin, Yusufağa ile İbrahim kethüda gibilerlerdir." Demişdir.

Zaten vakalardanda anlaşılıyor ki, 3. Selim fikren padişah ol­makla birlikte, icraatda gayet zayıf, halim ve ürkekti. Mille­tin, tahta çıktığında gençliğine güvenerek ümid ettiği sağ­lamlık ve ulviyet bütünü ile kendini gösteremedi. Bu tecelli-yatın istenen ve ümid edilen şekilde neticelenmemesi, salta­nat sahibi muhtemel kimselerin, padişahlık bilgileri ile alaka­lı idari malumatlardan mahrum bırakılmış olmalarından da kaynaklandığı bir vakıadır. Tarihçi Asım bey 3. Selim'in, ni­zamı cedidi kurması, babası Sultan 3. Mustafa'nın yıldızlar il­mine olan düşkünlüğü sebebi iledir, diye yazmıştır. 3. Musta­fa'nın emri ile baş müneccim Yakup efendinin tayin ettiği za-yiçe gereğince vaz-ı hami, yâni doğum esnasında Hekimba­şı, saat elinde kapı önünde durarak, Sultan Selim tam sa­atinden önce doğması hasebiyle, eliyle saatin milini çevirmiş ve zayiçeyi bir olacağını müjdeleyen beklenen vakte getirmiş olması, saray da sevinç feryatlarının atılmasının da sebebi olarak görülmüştü. Nedimler ve yakın­ları 3. Mustafa'ya, şehzadenin İskender'e nazire yapacağını müjdelediler. Padişah ölüm hastalığında bile:

-Oğlum Selim, büyük bir padişah olacaktır. Abdülhamid'i bırakta onu tahta çıkarın diye tavsiye ettirmeye vardılardı.

İşte böyle bir söz, Selim'in kulağına erişdiğin de çok gençti ve kencfisinde bir cihangir olma emeli gönlünde yer etti. Hât­tâ sarayda daha kafesteyken bile, Osmanlı devletine bu çeşit rehavet neye gerekiyor? Gittikçe saltanatı Osmaniyenin rev­nakı gidiyor. Ben şimdi makamı saltanatta olsam şöylece yapardım, böyle biçerdim diye söylenirmiş, Bu ham sevda­sıyla, istanbul'da ve Anadoluda, topçu, humbaracı, lağımcı, piyade ve süvari olarakda elli-altmışbin sayısını aşan talimli asker meydana getirmişti. Ancak, işin sonunu getiremedi.

Zaaf ve yumuşaklığı, beceriksizliği tedbirlere engel teşkil edi­yordu. Bir nevi yavaşlık ile malûldü. Yoksa yeni fikirler erba­bından olduğuna, devrinde yapılan binaların zerafeti, avrupa askeri sanayiinin ülkeye getirilmesi, dokuma sanayii ve ilmi tabiat ve fenni İle bilhassa matematikte, ileri gitmemize him­meti pek büyük olmuştur. Hattâ humbarahane nâzın Ramiz efendiye hendesehane (matematik) nezaretini de verdiler. Hocaların tayini ve derslerin düzenlenmesinde, Râmiz efen­diyle gizlice haberleşirdi. Mühendishanei berri hümayun ki, yüksek askeri mekteplerimizin ilkidir. 3. Selim hânın kurdu­ğu mekteptir. Hat yazısında mahareti, musikide büyük bir üstadhğı bulunuyordu.

Şiirde tlhami adıyla yazardı. Tarih-i Cevdet; en son söyle­diği şiirin: "Kimdir ol kimmi şâdi leh olub şir-i yenkâm Ana himyaze-i gamı olmaya araz-i encam Mest-i sahba olanın hâli budur Gâhı peymane çeker gâh hımar âlemi" kıtası ol­duğunu yazdıktan sonra, sonuna ebced hesabı ile: ibaresini yazmış olduğunu söylüyor. Askeri vede Bahriyenin ıslahatından başka, tahttan indiriliş tarihide olan 1222/1807 senesinde, ilmiye yolunda olanların da ıslahına gayret etmişse de, muvaffak olamadı. Şehid edilmesi vakası pek elem dolu bir hadisedir. 1223/1808'de vukubulmuştur ve 48 yaşında idi. O vak'ayı 4. Mustafa devrinde vukubul-muş olması hasebiyle çalışmamızın akışı içinde o padişahın serencâmını anlatırken vermeye çalışacağız. 3. Selim'in aleyhinde kıyama kalkışanların, Rusya ve İngiliz elçilerinin, devlet adamlarımız ile gizli münasebetleri olduğu hattâ Mısır seferinde İngilizlerin, güya kendini gösteren yardımları hase­biyle bunlardan çoğunun, İngiliz tarafdan olduklarının bahse­dilmekte olan münasebete, delil olduğu aleyhlerine ittifak edilen bir durumdur.

3. Selim'in ıslahat ve tensikattan maksadı, devletin meş­rutî bir usule kavuşturulması olduğunu da zannedenlere, bu zanlannin pek gülünç bir kapılış olduğunu burada izah etme­yi zaid addederiz. 3. Selim dönemin de, Osmanlı devletinin arayış içine girdiği herkesin malumudur. Buna bağlı olarak padişah, kendisine fikir verecek her çeşit yaklaşıma fırsat veren bir tutum sergilemekteydi nitekim bir çok müracaat ve lâyiha takdim edenler olmuş ve bunlardan da istifade olun­duğu bir hakikattir. Bilgi bankası bölümümüze atf-u nazar et­tiğinizde hemen göreceksiniz. Şimdi lâyiha verenlerderrbazı-larının adını taşıyan bir listeyi deyine Nizâm-ı Cedid askerlik ekolünün kuruluşunun 206. yıldönümü münasebetiyle yazdı­ğımız makaleden bir pasajı da sahifeierimize almayı lüzumlu bulduk.



Nızam-I Cedıd'in Te'sisi


24/şubat/1793 tarihi Nizâm-ı cedid adı verilen asker eko­lünün kuruluşudur. Demek ki günümüze kadar geçen zaman dilimi 206 yılı bulmuş. Osmanlı devletinin kuruluşunun 700. yıldönümünde asker millet olan yapımıza, başka bir tutum ve anlayış getiren, askeri düzenlemeyi tetkikten ziyade, Ni-zâm-ı Cedid terkibinde yatan gerçek mânaya atf-u nazar et­mekle, sanırım isabetli bir çalışma yapmış oluruz. Nizâm ke­limesi lugat'da sıra, dizi, düzen dizilmiş olan şey. Bir kaideye binaen tertib olunma, bir işin sebat ve kıvamına medar, se-beb olan şey ve hâlete denir. Bir de cedid kelimesine baka­lım ve "yeni, kullanılmamış" mânasına geldiğini görüyoruz. Hiç Nizâm-ı Cedid terkibinde askerlik mânasını istinbat ka­bilimi? Yâni askerlikten bahseden bir terkip, bulunuyormu? Cevabımız; hayır'dır. Ancak, disiplin ve düzen, meslek~i celi-le-i askeriyye'ye pek denk düştüğünden ve asker bir millet olmamız hasebiyle, bahsedilen terkibi, askeri birliğimize isim olarak kullanmaya başlamışız. Aslında, Nizâm-ı Cedid terki­bindeki ifade şimdiki tâbirle yeni düzen anlamındadır.

Osmanlı tarihinde şehid padişahlar arasında daima hüzün­le anılan bu zât, yâni 3. Selim, bahse konu terkibi, idare de yeni düzen anlamı İçinde uygulamayı düşünmüş ve devletin en önemli rüknü olan askeri mekanizmada tatbikata başla­mıştır. Osmanlı devleti hizmetinde çalışmış bulunan, Fransız subaylarından Jaroks Deniş; "İstanbul İsyanları" adlı kitabın­da 3. Selim'in ıslahatını şöyle anlatıyor: "19. asrın başlangı­cında Selim, cüretkâr bir ıslahat projesi hazırladı. Bu proje­de yeniçerilerin kaldırılması, ulema nüfuzunun kırılması, fet­valarıyla padişahların teşrî selâhiyetini taksim eden (payla­şan) şeyhülislâmların fetvalarına son verilmesi, Osmanlı devletini avrupanın; sanatta, ilimde, askeri meselelerde, zi-raatte, ticarette vede medeniyette yaptığı terakkilere ortak yaparak yenileştirmeyi hedef tutuyordu." Gerek bu ifâde ge rekse başka bir arşiv vesikası Nizâm-ı Cedid'in geniş ölçüde bir ıslahat olduğunu beyan ediyor. Yine; Ahmed Cevded pa­şa tarihinde; Yayla İmâmı risalesinde 3. Selim devrinde yapı­lan ıslahatın (dikkat yapılan ıslahatın) 72 madde olarak tes-bit edildiği yazılıdır. Bu beyan bizim iddiamız değil, TTKY. la-nndan "Selim 3'ün Hatt-ı Hümayunları" adlı eserinin 29. sa-hifesinde yer almakta. Kitabı yazanda pek öyle Osmanlı hayranı olmayıp. Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal'dır. Hemen ilâve edelim ki; 3. Selim asla bir halife olduğunu unutmamış ve kaidey-i diniyeye vakıf vede tatbikatı olan bir padişahdir. Fransız zâbit'in bahse konu tesbiti, avrupahların bizi iyi anla­yamamalarından, kaynaklandığı gibi, kendilerinde olmayan müesseseleri keenlemyekün sayma adetine saplanmalarıdır.



Şehzade Eğitimi


3. Mehmed'in; Osmanlı tahtına geçmesinden sonra, şeh­zadelerin vilayetlerde vazife içinde yetiştirilmesi sistemine son verildiği bilinmektedir. Bundan dolayı bu padişahdan sonra ki padişahların kabiliyetleri, İdarecilik noktai nazarın­dan hüdâ-i nabit bir hâle gelmiştir. Çünkü sarayda verilen eğitim, bir vilâyetin, hatta bir eyâletin işlerini gözeterek çekip çevirme imkânı bırakmadığından iş sadece istidatla meraka kalıyordu. Çok mükemmel bir terbiyeci dahi, arzu ettiği orta­mı yakalayamadıkça ne kadar faydalı olabilir ki? Üstüne üst­lük, sarayda geçen hayat boyunca yaşanan dâirede, her an gelmesi imkân dahilinde olan bir ölüm iradesi beklemek kor­kusunu da buna eklerseniz, bu sistemin artık, mükemmeller yetiştiremeyeceği hakikatına erersiniz. Ancak ne kabiliyetli kimselermiş ki; bu bütün olumsuzluklara rağmen, fevkalade­ler yâni vasatın üstünde olanlar, yine de çoğunluğu teşkile muvaffak olmuşlar. Deli! Dedikleri Sultan İbrahim, Girid'i al­mış.

İşte 3. Selim'de, sarayın şimşirlik denen bölümünde, yetiş­miş şehzadelerinden biriydi, güzel bir öğrenim görmüş. Mu­asırlaşmak yoluna, memleketinde katılmasını öngörmüş. Bunu temin içinde Avrupa'ya Ebubekir Ratıp Efendi adlı bir zâtı göndermiş, oradaki yenilikleri tesbit etmeyi emr etmiş. Beri yandan taht'a geçergeçmez, ülkesinin insanlarından la­yiha adı verilen, teklifler yapılmasını talep etmiştir. Bu talep 22 adet layiha ile cevap bulmuştur. Bu lâyihaların 20 tanesi­ni müslümanlar, 2 tanesini de avrupalı iki hristiyan vermiştir. Bu lâyiha veren fikir ve cesaret sahibi insanların adlarıyla sa-hifelerimizi süsleyelim. 3. Selim'e Lâyiha Veren Zevat 1- sad-rıazam Koca Yusuf Paşa 2-Sudurdan Veli Efendizâde Emin 3-Salihzâde Efendi 4-Âşir Efendi 5-HayruIlah Efendi 6-Def-terdar Şerif Efendi 7-Tatarcık Abdullah Efendi 8-Çavuşbaşı Raşid Efendi 9-Abdullah Berri Efendi 10-Hakkı Bey 11-Ter­sane Emini Hacı Osman Efendi 12-Kethüdai sadr-ı âli Çelebi Mustafa Reşid Efendi 13-Elhac İbrahim Efendi 14-Rikâbı Hü­mayundan ayrılma Rasih 15-Mustafa Efendi 16-Tarihçi En-verî Efendi 17-Lâleli Mustafa Ağa 18-Ali Râik Efendi 19-Ma-beynci Mustafa İffet bey 20-Beylikçi Sun'i efendi ile Tezkire-i Ülâ, Firdevs Efendilerdir. Hristiyan olup lâyiha veren iki kişi, birincisi, Osmanlı ordusunda vazifeli Bertrano adlı bir Fransız subay, 2. si ise İsveç elçilik memurlarından M. d'Ohos-son'dur.



3. Selim Hân'ın Hanımları Ve Çocukları


Sultan 3. Selim'in hanımlarının sayısı, her padişahın ha­rem hayatıyla ilgili belirsizlikten farklı değildir. Tarık Yılmaz Öztuna, onaltı hanımefendiden söz açarken, TTK yayını Ça­ğatay (Jluçay'ın ise onbir hanımefendiden bahsederken, Al-derson yedi isim vermektedir. Bu vaziyet karşısında Öztuna tasnifini öne alarak, bilahire diğerleriyle mutabık olan isimle­rin dışındakilere bakacağız.

Nef'i Zâr, başkadın efendi 1770 doğumlu olup, 1792'de vefatı vukubulmuştur. Kaimpederi 3. Mustafa'nın adıyla anı­lan ve kocası 3. Selim'inde defnolunduğu Lâlelideki türbesin­de medfundur.

Hüsnimâh başkadınefendi, 1772'de doğmuş ve 1814'de 42 yaşında vefat etmiş. Lâleli'deki 3. Mustafa türbesinde medfundur.

Zibifer, 2. kadınefendi olup 1773'de doğup, 1817'de 44 yaşın

Geri
Henüz yorum yapılmamıştır.

Oylar:
Average members rating (out of 10) : Henüz Oylanmamış   
Votes: 0