osmanlı Teması
RSS
Siteye Giriş Favoriler
  • Büyük Tutkular Yeteneğinide Kendisi Yaratır.(Fatih Sultan Mehmed Han)
  • Davamız Kuru Bir Cihangirlik Davası Değildir Davamız Bilakis İslam Davasıdır(Ertuğrul Gazi)
  • Osmanlılar Kainat Tarihinin Gördüğü En Büyük İmparatorluklardan Birini Kurdular.
  • Osmanlı Başarısının İki Sebebi: Devlet Teşkilatında Mükemmellik Ve Askeri Teknikteki Üstünlük İdi.
  • Osmanlı Başarısının Asıl Sebebi: Adalet Düzenindeki Üstünlük Ve İnsaniliktir.
  • Osmanlı Bu Gün: Dünyanın Geri Kalan Devletleri Toplam Gücü Üzerinde Bir Kudrete Sahiptir.
2011-05-10 22:48

Tarih Haber / İsimsiz cellatlar

İsimsiz cellatlar

İsimsiz cellatlar, biçimsiz taşların altında yatar
İsimsiz cellatlar, biçimsiz taşl...
Bostancıbaşı! Götürün şu mendeburu Balıkhâne Kasrı'na.... Pâdişâhın gür sesiyle söylediği bu cümle, Arz Odası'nın çinili duvarlarında yankılanınca, karşısındaki şahıs buz kesilir sıtma tutmuş gibi titremeye başlardı. Balıkhane demek idam demekti, idam demek mahkumun feryadına figanına kulağını da kalbini de kapatmış insan demekti... Yani Cellat demek.. Sultan Abdülmecid'e kadar can almakla görevlendirilen Osmanlı cellatlarının Pierre Loti'deki isimsiz ve biçimsiz mezar taşlarını görünce, bu mesleğin yalnız adamlarını bir kez daha hatırlayalım dedik.

ECEL ŞERBETİNİ İÇTİN Mİ....

Cellatlık mesleğinin tarihi Osmanlı'da 15, 16. yüzyıllara kadar uzanıyor. Asayişten sorumlu olan Bostancı Ocağı'na bağlı olarak kurulan Cellât Ocağı'na... Ama ondan önce idam denince akla gelen Balıkhane Kasrı'nı idamlık siyâsî mahkûmların üç gün bekletildikleri zindanı hatırlamak gerekiyor. Gülhâne Parkı'nın sâhil tarafındaki idamlık mahkûmlar, önce bu kasra gönderilir, suçu Divan-ı Humayun'da sâbitleşince üçüncü gün kendisine kızıl kadehte bir şerbet sunulurdu. Dünyadaki son nasîbi olan buz gibi şerbeti içen mahkûm, zindandan çıkarılıp, Topkapı Sarayı'ndaki Cellât Çeşmesi'ne getirilir ve taşın üzerine başı konularak Cellâtbaşının güçlü bir kılıç darbesiyle îdâm edilirdi. Zaman zaman sayıları 70'e ulaşan cellâtların liderliğini yapan adamdı Cellatbaşı. Mühim adamdı çünkü devlet adamlarının infâzını o gerçekleştirirdi. İnfazdan sonra kanlı palalar, satırlar, bu çeşmede yıkandığı için Cellât Çeşmesi denmişti bu çeşmeye.. Nam-ı diğer Siyâset Çeşmesi...Cellatların namı ise "Meydân-ı Siyâset Ustası"ydı.

YENİÇERİ'YE SATIR, SİYASİYE KEMENT

Yeniçerilerin kellesi, cellât satırıyla vurulurdu. Bu satır hâlen Topkapı Sarayı silah hazînesinde sergileniyor. Vezirler, sadrazamlar, devlet adamları boğdurulur, sıradan şahısların kılıçla başları vurulurdu. Kementle boğularak îdam edilenlerin kafası ibret ve inandırıcılık için ölümünden sonra "şifre" denilen gâyet keskin ve özel bir usturayla kesilirdi. Hânedân mensuplarının aslâ kanı akıtılmaz, boğularak îdam edilirdi. Osmanlı şehzâdeleri genelde yay kirişi ile boğulurdu. Cellâtlar, Müslümanların kesik başlarını infazdan sonra cesedi sırt üstü yatırarak koltuğunun altına koyarlardı. Yani "kelle koltukta geziyoruz" ifâdesi sebepsiz değildi. Müslüman olmayanlar ise yüzükoyun yatırılarak kesilen başları kıçlarının üzerine konulurdu. Îdâm edilecek şahıs, İstanbul dışında uzak bir yerdeyse, kesilen başı bal dolu bir torbaya konulur, sultanın huzûruna öyle getirilir, bir tepsi içinde padişaha gösterilip, "Emr-i ferman yerini bulmuştur Hünkârım" sözünden sonra ibret taşına konulur, üç gün teşhîr edilirdi. Beden ise öldürüldüğü yere gömülürdü. Bu sebeple, başı başka yerde, bedeni başka yerde gömülü iki mezarı olan devlet adamı ve sadrazam çoktur. Bunlardan en meşhuru Viyana kuşatmasındaki başarısızlığı sebebiyle başı kesilen ve bir bal torbası içinde pâyitahta gönderilen, sonra da denize atılan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'dır..

CELLAT KARA ALİ

Osmanlı târihindeki en meşhur ve en korkunç cellâtlardan biri de Kara Ali'ydi. Sultan İbrahim'in de cellâdı olan Kara Ali, pâdişah cellâdı olarak târihe geçmişti. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi'nde cellâtların pîri Eyyüp Basri'den bahsettikten sonra, üzerinde cellâtların kullandığı îdam ve işkence âletleri olduğu hâlde Kara Ali'nin, yamakları ile beraber, esnaf alayı geçişi esnâsında halkın ürperişini anlatır. Cellât Kara Ali, Sultan İbrahim'den önce Sadrazamı Hezarpâre Ahmet Paşa'yı boğmuştu. Sultan İbrahim'i boğmak üzere mezar gibi hücreYE giden Kara Ali, pâdişâhın haykırışlarına dayanamayarak kaçmıştı. Ancak yapılan baskı üzerine yamaklarının da yardımıyla gözyaşları içinde infâzı gerçekleştirmişti. 1664'te ölen fakat ölüm sebebi bilinmeyen Kara Ali diğer cellatlar gibi isimsiz bir mezarda terk edildi. Cellâtların, bir elde kanlı pala, ötekinde esnaftan haraç toplayan zorbanın perçeminden tutulmuş kesik başı olduğu halde "hammâliye" adıyla bahşiş toplamaları gibi uygulamalar Sultan Abdülmecid'e kadar sürdü. Abdülmecid Hân'ın sarayda cellât bulundurulması geleneğine son vermesiyle, Cellâtlar Ocağı da târih kitaplarında kaldı.

İSİMSİZ MEZARLAR

Hayatta iken bile çok meşhur bir-ikisi hâriç, isimleri dahi bilinmeyen cellâtlar, evlenemedikleri ve insanlar tarafından istenmedikleri için, hayatta yapayalnız, ölürler ve isimsiz mezarlara gömülürlerdi. Böylece mezarlarına bir saldırı yapılması engellenirdi. Beddua dışında bir dua da alamazlardı cellatlar. Halk onları ne kadar sevmezse sevmesin, onların da kendilerini savundukları sözleri vardı elbet. "Hükmü sultân olmazsa, hatâ gelmez cellâttan." sözü en bilineniydi. Sevilmedikleri için mezarları, halktan ayrı olurdu. İstanbul'a ilk karın yağdığı yer olduğuna, son karın da yine oradan kalktığına inanılan ve İstanbul'un en uç noktalarından biri kabul edilen Karyağdı Tekkesi'nin 100 metre ilerisindeki Cellât Mezarlığı'na defnedilirlerdi. Cellatların kimsenin uğramadığı Karyağdı bayırına gömülmesi onların sürgünü kabul edilirdi. Mezar taşları da yazısız ve şekilsiz olurdu. Hâlbuki Osmanlı mezar taşlarındaki kavuk, sarık, fes gibi işâretlerden hangi dönemde yaşamış olduğunu, mesleğini, cinsiyetini, hattâ ölüm sebebini anlayabilirdiniz. Cellâtların mezar taşının ise mezar taşı olduğu bile belli değildir. 1.5 metre boyunda bir küfeki taştan ibârettir. Sessiz, sedâsız, isimsiz ve duâsız mezar taşlarıdır cellât mezar taşları. Çünkü "ruhuna bir fatiha" ricâsı bile yoktur. Dünyada bir örneği daha bulunmayan Eyüp'teki Cellât Mezarlığı da bir açık hava müzesi gibi korunması gerekirken ıssız ve sessiz ecelini bekliyor orada. Alelâde bir taş zannedildiği için niceleri sökülüp atılmış. Bir devrin korkulan insanlarının yanına şimdi minicik çocuklar dahi defnediliyor. Bilseler bu biçimsiz taşlar altında yatan ne isimsiz cellâtlar olduğunu...

CELLÂT MEZADINDAKİ UĞURSUZ SAAT

Îdam edilen şahsın üzerindeki kıymetli eşya, para ve giyecekleri ise cellâdın malı sayılırdı. Bu eşyalar toplanır, senede bir veya iki defa mezat ile satılır, geliri cellâtlar arasında taksîm edilirdi. Buna "Cellât Mezadı" denilirdi. Sultan Üçüncü Murat'ın Kapı ağası Gazanfer Ağa, sanatkar Rüstem Ağa'ya elmasla süslü bir saat yaptırmıştı. Gazanfer Ağa îdam edildiğinde, kıymetli saati koynundan çıktı. Bu saati mezatta Tırnakçı Hasan Paşa satın aldı. O da îdam edilince, saat yine cellad mezadına düştü. Bu defa ucuz bir fiyata Kasım Paşa satın aldı. İki ay geçmeden Kasım Paşa da cellâtın elinde rûhunu teslîm etti. Üçüncü defa cellât mezadına düşen saati Sadrazam Derviş Paşa satın aldı ve Eğriboz sancak beyliğine tâyin edilen kardeşi Civan Bey'e hediye etti. Saati Peçevî İbrâhim Efendi'ye gösteren Civan Bey misafirinin 'Subhânâllâh! Böyle uğursuz saati insan düşmanına vermez" deyince sapsarı oldu. Ve saatin elmaslarını çıkarıp çarklarını da kırarak denize attı. Bu sırada gelen bir atlı Civan Bey'e görevinden azledildiğini tebliğ etti. "Hayrola!" diyen Civan Bey'e, habercinin cevâbı şöyleydi: Beyim! Birâderiniz Derviş Paşa îdam olundu. Sizin idamınız için ferman çıkıp Bostancıbaşılarla gönderildiydi. Lakin ikinci bir ferman ile kulunuz gönderildim ve îdamınıza memur olanlara yarım saat önce yetişebildim!"

Geri
Henüz yorum yapılmamıştır.

Oylar:
Average members rating (out of 10) : Henüz Oylanmamış   
Votes: 0