osmanlı Teması
RSS
Siteye Giriş Favoriler
  • Büyük Tutkular Yeteneğinide Kendisi Yaratır.(Fatih Sultan Mehmed Han)
  • Davamız Kuru Bir Cihangirlik Davası Değildir Davamız Bilakis İslam Davasıdır(Ertuğrul Gazi)
  • Osmanlılar Kainat Tarihinin Gördüğü En Büyük İmparatorluklardan Birini Kurdular.
  • Osmanlı Başarısının İki Sebebi: Devlet Teşkilatında Mükemmellik Ve Askeri Teknikteki Üstünlük İdi.
  • Osmanlı Başarısının Asıl Sebebi: Adalet Düzenindeki Üstünlük Ve İnsaniliktir.
  • Osmanlı Bu Gün: Dünyanın Geri Kalan Devletleri Toplam Gücü Üzerinde Bir Kudrete Sahiptir.

Sultan Dördüncü Mehmed Biyografisi

4. Mehmed Biyografisi
4. Mehmed Biyografisi


Babası: Sultan İbrahim Han

Annesi: Turhan Hatice Sultan

Doğum Tarihi: 1642

Vefat Tarihi: 1693

Saltanat Müd.: 1648-1687

Türbesi: İstanbul'dadır.



Sultan İbrahim'in ilk erkek evlâdı oldu dediğimiz zaman, Ahmet Refik Altınay merhum'un ifadesi olan "Osmanlı horo­zu öttü" sözlerini satırlarımızı süslemekde kullanmıştık. Şim­di de başka bir ilmin gereği olan ve târih düşmede kullanılan ebced hesabına uygun söylenen bir beyiti kayda lüzum gör­dük. H. 1051/m. 1642'de doğan şehzade Mehmed İçin, Şâni'nin inşa buyurduğu beyit: "Nurdur geldi Mehemmed sulbi İbrahim'den" böylece yeni doğmuş şehzadenin dünya'ya ge­liş tarihi belirlenmişti ayrıca adı da, Mehmed olmuştu. Ancak şehzâde'nin adının Mehmed olmasından evvel bir isim mace­rası vardirki; bu devrin en önemli kaynaklarından biri olan Evliya Çelebi Seyahatnamesi bu hususta cilt 1, sh. 188'de aynen şöyle söylemekte: "Yıldız ve cifirilminde yolunda bütün cifir bilginleri hüküm çıkarmışlardır. Allah'ın hikmeti-de, bu Mehmed hân henüz annesinin karnında iken babası İbrahim Hân: "Eğer bir erkek evlâdım olursa, müjde eden­den başka ilk olarak kimi görürsem ve kime rast gelirsem evlâdıma onun ismini korum" şeklinde söz demiş idi. Do­ğum sabahı sabah namazında padişahın yanına gelen kızlar ağası şehzade Mehmed'in doğduğunu müjdeleyince, padişa­hın karşısında Hünkâr İmamı Yusuf efendi oturmaktadır.

Bunun üzerine Sultan İbrahim Cenabı Hakk'a şükreder ve: "Yarabbi ben sözümdeyim. Haberi aldığımda karşıma ilk çıkan zatın adını oğluma vereceğim demiştim. Yüce Mevlâm benim karşıma mübarek bir insanı, bir âlimi çıkarttı" dedik­ten sonra secdei şükrana kapanmıştır. Yeni doğmuş şehza­denin kulağına Ezanı Muhammedi'yi Hünkâr İmamı Yusuf efendi okudu. Daha sonra sarayın mensupları belki de, Os­manlı devletinin ikinci kurucusu sayılmakta olan 1. Meh­med Çelebi'ye atıf için, hanedana yeniden doğuşu sağlayan şehzadeyi Mehmed olarak isimlendirmek istemiş olabilirler. Yoksa; kulağına ezan ile okunan ilk isim Yusuf olmuştur. Padişah etraftan gelen bu istekleri ve yukarıda tahminimize muvafık hususa i'tiraz etmeyi uygun görmemiş olabilir.

Bu şehzadenin doğduğu gece, bir zelzele vukubulduğu gi­bi, yeniçerilerin kışlasında bulunan baruthane tutuşmuş idi. Müneccimler bu olayları kötü talih olarak yorumlamişlarsada 51 yıllık ömrünün 39 yılını taht'ta geçirdi ve hayatını da kay­betmeden taht'tan indirildi. Bu yönüyle bu kehanet yerine oturmuş sayılmaz. Ülke içinse, zaman zaman parlayan Os­manlının kılıcı netice olarak hesaplandığında, tevakkuf yâni tam bir duraklama manzarası gösterir. Ancak; Girid Adasının kafi fethini budevrin padişahı gerçekleştirmiştir. Öte taraftan yedi yaşındayken geçmiş olduğu Osmanlı tahtında kalma müddeti bakımındanda Kanuni'den sonra ikinci gelmektedir, padişah 4. Mehmed (Avcı) hazretleri. Vefat târihi İse, h. 1102/m. 1693'tür. Evliya Çelebi, padişahın çocukluğunu şöyle tarif eder: "Tahta çıktığında, yedi yaşında gayet zayıf ve ince yapılı bir çocuktu. Fakat son derece aklı başında, ol­gun ve zeki idi. Çelebi; Sultan Mehmed'i yirmi yaşlan döne­minde şöyle tarif ediyor: "Boyu babası gibi uzundu ve belden aŞağı kısmıda uzundu, etli pazuları, elleri ise aslan pençesine benzerdi. Kaşlarının arası açık, güzel görünen bir yüze sahip­ti- Gözler elâ renkteydi, nurlu bir siması vardı. Çok iyi bir bi­biydi. Ava çıkmaktan pek hoşlanır ve bunu savaş tatbikatı sayardı. Sultan Mehmed biraz büyüdükten sonra kendinden küçük kardeşleriyle birlikte padişahlık imamı Şâmi Yusuf efendi önünde eğitime başlamıştır. Bu derslerin en önemli bölümünü din ve diyanetinide öğrenmesi teşkil etmiştir.

Çok geçmeden vefat eden Yusuf efendi'den sonra, dersle­re yine Şâmi Hüseyin efendi gelmeğe başlamıştır. Babası Sultan İbrahim'in 1058/1648 tarihinde tahttan indirilmesi üzerine, onun yerine geçmiştir. Her tahta çıkan padişahın ödeme zorunda olduğu culüs bahşişini hazinenin ödemesi mümkün görülmediğinden, sadrazam Sofu Mevlevi Mehmed Paşa, öldürdükleri padişahın, verdiği nimetlerden-bir hayli faydalandığı bilinen Cinci Hoca diye tanınan Hüseyin efendi­den temin etme yoluna gitti. Cinci Hüseyin Hoca'dan ikiyüz kese talebinde bulunan sadrazama, kaimpederi Karaçelebi-zâde Mahmud efendiye olan, onun sayesinde baskıya maruz kalmam ham hayaline kapıldı. Ne varki; sadnazama param yok demesi, sadece servetini değil, kellesininde gitmesine sebeb olmuştu.

Beri taraftan tahta geçmiş buiunan 4. Mehmed, yaşının küçüklüğü göz önüne alındığında işleri tam manasıyla yürüt­mediği aşikârdır. Annesi Turhan Valide Sultan hem tecrübe­siz, hem de kaimvâlidesİ, Kösem Mahpeyker Valide Sul-tan'ında önüne geçebilmeyi sağlayabilecek ne bilgi ve tecrü­beye ne de, lâzım gelecek teşkilâta sahipti. Dolaysıyla Kö­sem Valide Sultan, devletin idaresini ellerine almıştı. Aslında başarılı sayılmalıydı bana göre tarihin sayfalarına nazar etti­ğimizde, vezirleriyle evlenerek yeni hanedanlar zuhuruna ya­rayan sebebleri, ortaya seren vâlidesultan ve kraliçeler ile doludur dünya tarihi.

Ancak bu yapı Osmanlı düşünce dünyasında asla yer al­mamıştır. Evet Kösem Valide Sultan çeşitli siyasi oyunlarla devlet gemisini yürütmeyi başarmıştır. Çok geçmeden Kö-em ile Turhan Valideler arasında zuhur eden yönetme me­kanizmasını ele-geçirme rekabeti çok kanlı neticelere varan İsyanlara, saray içinde kötü ve şen'i tuzaklara teşebbüslerin, meydana gelmesine sebebiyet vermiştir. İslâm anlayışı için-Je. devletin Atabeyi pozisyonuna geldiğini zanneden dok­sanlık sadrıazam, Kösem Vâlide'nin padişah vâsisi olarak dillendirdiği emirleri yerine getirmediği gibi, yaygın hastalık­lardan olan rüşveti ise hiç kaldıramamıştı. Eğer hayatlarına kast edilen padişahların izalesinde vazife alan zevat arasın­da da kolay kolay yatağında Ölene pek rastlanmaz. Her biri takip altında tutularak en ufak bir yanlışında padişahın katli ile alakalandırılır, canını elden yitirirdi. Tarihin derinliklerinde rastlanılan malumattandır ki; Sultan İbrahim'in katlinde faali­yet gösteren yetmiş kişinin adının listeye alındığını, Nâima Tarihinde 4. cildinin 387. sahifesinde görmek kabildir. Yeni Camii Ayaklanması Memleketin idaresinde görülen zafiyet, pek net şekilde ortadaydı. Padişah küçük, sadrazam yaşlı ve devlet idaresini çevirebilecek kıratta olmayıp, zaman zaman ülkenin en akıllı insanlarından biri olduğunu göstermiş bulu­nan Kösem Valide Sultanın emirleri bu sofu sadrazama zor geliyor ve yerine getirilmiyor idi.

Dolaysıyla icraat pek sesli ve değişik tarzda ahalinin ka­derine hükmetmekteydi. Yine bu sırada, idaresizliğin ve eski antlaşmazlıkların gündeme gelmesinden dolayı yeniçeri ile sipahiler ve içoğlanları denilen iki askerî güç arasında, adına Yeni Camii ayaklanması denilen kanlı mücadeleler çıktı. Ye­niçerilerin başında bulunan Koca Musluhiddin Ağa'nın idare­sindeki yeniçeriler galib gelmeyi başardılar. Bu arada sadra­zam; Cinci Hüseyin Hoca'nın evine yaptırmış olduğu baskın­da eline geçirdiği 150 bin kuruşluk çil altınlarla rahatça cülus bahşişini ödemişti. Sipahiler nereden estiği bilinmeyen bir rüzgar sayesinde orada burada "Sultan İbrahim'i hangi fet­vayla katlettiniz?" şeklinde hesap sormaya başlamıştı. He­men arkasından katletme işinde görev alanların, kellelerinin ismen istendiği sipahi askerinin ağzından çıkıvermişti. Tabii ki bu listenin birinci ismi ihtiyar sadrazamdı. Adının kellesi istenenler arasında birinciliği aldığını görünce, sağda solda toplananlar üzerine yeniçerileri göndermekte beis görmedi. Ne varki; husule gelen çatışmalar şehrin sokaklarında pek kanlı şekilde gerçekleşirken, günlerce sürmekteydi. Yukarıda da söylediğimiz bu kıtalin sonunda yeniçeri başarı sağlamış­sa da, bir canavar icadına sebeb olunmuştu. Sadrazamı memnun etmenin verdiği şımarıklığın nerelere varacağı çok geçmeden kendini gösterdi. Yeniçeri, bir zamanlar devletin en Önemli savaş makinesi olan bu zümre, kahredici silahını kendi insanına çevirmiş, fırın, han ve hamam basmakta in­sanlara ve servetlere büyük zararlar vermekteydi.



Girid Savaşı


Girid'e gönderilen donanmamız Foça Önlerinde Venedik kuvvetleriyle savaşa tutuştu. Ne çare ki bu savaştan yenik çıkan biz olduk. H. 1057/m. 1649 senesinde İstanbul'da ika­met eden Venedik elçisi Giovanni Soranzo, bu savaşta mağ­lubiyetimize sebeb olacak haberleri, Venedik Düka'sına ulaş­tırdığı tesbit edilmiş. Hemen tevkif edilerek Rumelihisar zin­danına tıkıldı. Bu işin diğer bir tarafı da sadrazama piyango çarptırdı. Ancak bu piyango yüz güldürecek değil, yüzünü buruşturacak sonuca taşıdı sadrıazamı.

Azledilen Mehmed Paşanın yerine Girid kahramanları ara­sında temayüz etmiş olan zevattan Kara Murad Ağa yeniçeri ağalığından vezaretiuzma makamına nasbedildi. Devlet ge­misi öyle çeşitli yaralar almıştıki, gelen sadrazam şaşkınlıki r içinde görevinin sona erdiğini görüyordu. Kara Murad âadan sonra Melek Ahmed Paşa onu takiben Siyavuş Paşa, onun arkasından Gürcü Mehmed Paşa onun da arkasından Tarhoncu Mehmed Paşa mevkii sadarete getirildi. Voynuk Ahmed Paşa bu sıralar da Çanakkale boğazını kapatmış bu­lunan Venedik donanmasının karşısına 70 parça gemimizle çıkıverdi.

üzün müddet boğaz dışına donanmamız burnunun ucunu çıkaramamaktaydı. Voynuk Paşanın bunların üzerine saldırısı hepsini şaşkına çevirdi. Çareyi bu azimkar donanmanın önünden kaçmada buldular. Voynuk Ahmed Paşanın rotası Foça üstüne idi. Yolda Giacopo dö Riva komutasında Vene­dik filosu donanmamıza saldırdı. Gemide istihdam edilen ye­niçeri askeri adetâ seyirci kaldı. Deniz savaşlarına alışık ol­mamaları onları seyirciye yaptı. Voynuk Paşa; düşmana sal­dırma metodunu seçerek çarpışa çarpışa Foça limanından çıkabilmeyi başardı. Girid'in üstüne gelmekte olan Tunus ve Mısır gemileriyle birlikte Girit'e uzandılar, üzün zamandır yar­dım bekleyen Girit'teki kuvvetlerimize taze kuvvet ile cepha­nede yetiştirmiş oldular.

Sultan Mehmed Voynuk Paşanın çektiği sıkıntıyı eski sad-nazam Mehmed Paşa'nın ihmaline yorarak idamını emretti. Böylece Sultan İbrahim'in katillerinden biri öldürülmüş, liste­den bir kişi eksilmiş oluyordu. Biz yine Voynuk Ahmed Paşa ve arkadaşlarının, Girid'e vâsıl olup ordaki mücahidleri nasıl güçlendirdiklerini anlatmaya çalışalım. Fakat bu vakaya geçmeden önce yukarıda adı geçen, Ali Haydar Emir Alpa-gut'un: "Târihi Bahri Sayfaları" adlı eserde Girid'deki Vene­dikli komutan bütün hristiyan ülkelerine başvurarak şöyle bir manifesto yollamıştı "Girid Adası, hristiyanlann Osmanlı de­nizlerini kontrol etmesine yarayan son adaşıdır. Osmanlı devleti, bu ada'yı alacak olursa denizler kanalıyla daha çok beslenecek ve büyüyecektir, korkunç bir hâle gelecektir. De­niz satveti, büyük olan bir devleti karada yenmek güçtür. Aman bize yardım edin. Girid Adasını savunmak, yalnız Ve­nediklilerin değil, tekmil hristiyanlık âleminin, en önemli me­selesidir.

"İşte bu manifesto bir çağrı görevi yapmış, Sultan İbrahim dönemi içinde kaydettiğimiz Girid faslında yardımlardan bu yardımı da yapanların gayretinden bahsetmiştik. Merhum amiral Büyüktuğrul, Osmanlı devlet ricalinin Girit savaşına sadece askerî çerçeveden bakıyorlardı tesbitini yaptıktan sonra bu kanaatleri Osmanlı devletinin târihi boyunca böyle devam etti. Bu yüzden de devlet Önce denizlerde çöktü ve karada çöküşümüzü hazırladı demekten kendini alamamıştır. Şunu da hemen ilâve edelim ki, serilik arzeden olayların dâ­im olarak, bir evvelki harekâtların, hedefleriyle ve bu hedef­lerin maksada uygun olarak ele geçirilip geçirilmemesiyle büyük alakası vardır.

Girid muhasaramız da, bu ölçünün içine giren vakaların belki de başda gelenidir. Şimdi biz Girid ile alakalı doküman­tasyon yaparsak bu tezimizi doğrulama şansı yakalayabiliriz.

Târihler; 7/nisan/1646'yı gösterdiğinde, Amiral Tomasso Morosini emrindeki Venedik donanmasıyla Bozcaadayı mu-hasaya aldı. Kaptanı Derya Semin Mehmed Paşa; dirayetli bir komutanı olan Küçük Hüseyin Paşayı Morosini'nin üstüne Bozcaadaya sevk etdi o da pek kısa zamanda Bozcadaya çı­kan işgalcileri denize dökerek Çanakkaleye avdet etdi. Mo­rosini, bu mağlubiyete rağmen gemilerini Çanakkale boğazı önüne dikti. Girid'e yardım ***
üreceğini istihbar ettiği gemi­lerin böylece yolunu kesmiş oluyordu ve nitekim, Çanakka-leden çıkan gemilerimiz, Morosini kuvvetleri ile karşılaştı. Bir saat süren muharebe sonunda Osmanlı gemileri Girid .. r:ne suda kaymağa muvaffak olurlarken, Morosini'de bü-kuvvetleriyle Suda limanına gelip demirledi. Bozcaada Canakkalede yok edilemeyen düşman donanması şimdi Girid'de belâ olmaktaydı.

Tecrübeli kumandanlar ve bilhassa Cezayirli Cafer Ağa, Suda liman ve kalesinin alınması burasını da bir askeri üs yapmak gerektiği konusunda beyanda bulunupda Kapdanı Derya Semin Mehmed Paşayı ikna etmişlerdi. Fakat 11/12 ağustos gecesinde bu zâtın vukubulan vefatı, istekleri geri bı­raktırdığı gibi boşalan makama gelen Küçük Hüseyin Paşa, Suda hakkındaki tavsiyeleri ve selefinin aldığı karan, tatbike muvafık bulmadı. Muhasarayı; Resmo kalesine kaydırdı. Böylece Suda limanı üzerinden Girid müdafiileri devamlı yar­dım alma şansı buldular. Aslında Küçük Hüseyin Paşa; azim­kar, yiğit bir şahsiyet olmasına rağmen Suda limanı işini de­ğerlendirmede ki hatası, Girid Adası gailesinin uzamasının en mühim sebebini teşkil etmiştir.

Merhum amiral Büyüktuğrul; kıymetli çalışmasında şu dersi almalıyız diye bir mütalaa ileri sürmektedir ki, biz sahi-femizin bu ifadeyle süslenmesini arzu ettik: "Toplum olarak millet ve özellikle devlet yöneticileri deniz sorunlarını ve bu sorunların savaş üzerindeki etkilerini bilmezlerse savaş başladıktan sonra denizcilerin, onları bir kaç savaş mecli­sinde inandırmaları olağan olamamaktadır. Genel olarak ko­nuşmak gerekirse Girid Savaşı sırasında, Osmanlı devleti­nin yönetici makamlarında deniz sorunlarını iyi bilen devlet adamları yer almış olsalardı; ya da deniz sorunlarını yada deniz kuvvetlerini savaşa hazırlama ve savaşta yönetme so­rumluluğu, denizci derya kaptanlarına verilseydi, Girid Ada­sını almak için yapılan harekât bu kadar uzun sürmeyecek;

savaş harcamalanda bu kadar büyük olmayacak; bu kadar kan dökülmeyecekti.." Suda Limanı ve kalesinin, bir Os­manlı üssü haline getirilmemesi hakkında önce şu malumatı da ilâve edelim sonra da Tarihçi İsmail Hami Danişmend merhumla, Ali Haydar Emir Alpagut'un bu konuya dâir be­yanlarını okurlarımıza sunalım. Suda limanını işgalden vaz­geçme kararı, en ağır sonucunu hemen o yıl gösterdi. Çıkan büyük bir fırtına Kara Mustafa kumandasındaki Osmanlı do­nanmasını önüne kattığı gibi, Eğriboz Adasına kadar sürük­ledi. Fırtına gemilerimizi perişan edip hayli hasara uğratma­sına sebebiyet verirken, Kapdanı Derya Kara Mustafa Paşa, bir Venedik kalyonu ile tutuştuğu savaşda şehid oldu. İsmail Hami Bey; "Küçük Hüseyin Paşanın Suda limanını şundan dolayı muhasaradan vazgeçmiş. Daha doğrusu yapılan mu­hasarayı kaldırmıştı: Deniz üzerindeki yalın bir kaya biçimin­den ötürü Suda limanını kuşatmayı uygun görememişti. Özellikle düşman da gece saatlerinde, ada'ya takviye kuv­vetleri ve cephane getirebilmekteydi." Demekte. Afi Haydar Emir Bey ise;

"Resmo Kalesi Suda'dan daha zayıf bir tahkimata sahip değildi. Kalenin dış duvarlanda onbin evlik bir duvara sahip­ti. Hendek, kazık, siper ve bataryalardan kurulu çok kuvvetli bir savunma örgütü vardı. Kale içinde, 10 bin muntazam, 30 binde milis askeri vardı" Demekte. Ali Haydar Beyin izahın­da bir anormal taraf yok.

Fakat Danişmend'in beyanında, ipe sapa gelir bir şey gö­rülmüyor. Kayalıkmışda almamışda, düşman geceleri takvi­ye yapıyormuş, yahu sırf düşmanın takviye yapmasını önle­mek için evvelâ o hattı kesmek icâb eder, bu sebeble oraya muhasarayı koymamak ihanet derecede bir iştir.

Danişmend her zamanki gibi gayri ciddi beyanları savurup esmiş. 1647 senesinde donanmamız, maalesef yetersiz kapdam deryaların emrine veriliyor, İstanbul'da tersane gemi imâlinde haylice yavaşlarken, tamirlerde pek güzel yapıla­maz olmuştu. Düşmanın ise ilk işi memnun olmadıkları Mo-rosini'yi vazifeden almaları gerçekleştirilmiş, yerine Marino Kapello diye birini getirerek komuta heyetinde yenilik dene­mek isterlerken, bu Kapello oluverdi.

Yerine Amiral Batista Grimani adlı birini getirdiler bu adam bütün hesabını donanmalarını Çanakkale önüne yığıp, büyük gemilerin verdiği avantajla, donanmamızın boğazdan çıkışta yolunu kesme üzerine yapmıştı.

Ayrıca Çeşme ve Eğriboz önlerine göndereceği seyyar fi­lolarla ablukayı daha geniş sahaya açma yolunu planlamıştı. Bu plân kendi hesaplarına göre iyi bir plân olmakla beraber Grimani gemilerini toplayıp yola çıkıp, hedefine gelene ka­dar hayli zaman israf etdi. Bu zamanı da değerlendiremeyen Kapdanı Derya tâyin olunmuş, Defterdar Mustafa Paşa oldu. Zâten Defterdarın kaptanı derya olduğu ülkenin denizciliği o kadar olur. Bakın haksızmıyız!

Mustafa Paşa; Girid Adasına ikmal ***
ürmekte muvaffak olmak için yapacağı, Çanakkale'den çıkıp, Girid'e doğru ro­tayı kırmakdı. Ama o bakın ne yaptı: Eğriboza gelip burada bulunan gemi ve adamları alıp Girid'e gideceğine Eğriboz'a uğramayı bırakıp, Sakız Adasına yollandı. Maksadı oradaki gemi ve kara askerini alıpda gitmekti. Ancak karşısına bir Venedik filosunun çıktığını uzaktan görünce tekrar Eğriboz üzerine dönerek yola düzüldü. Ne varki Eğriboz yakınlarında da, karşısında beliren filo düşmanın başka bir filosuydu. Ne Sakız, ne de Eğriboz önündeki filolarla çarpışmayan Defter­dar, bari İstanbul'da yüklediklerimi Ada'ya ulaştırayım dü­şüncesiyle, Girid'in üstüne dümen kırdı.

CJfukta Osmanlı gemilerinin direklerini gören asakiri Os­maniye ümid içinde, gemilerin gelmesine kucaklarını açtılar.

Gelenlerin takviye değil adetâ düşmandan kaça kaça gele­bilmiş çerezlerdi. Küçük Hüseyin Paşa, Defterdar Mustafa Paşayı öyle bir haşlamıştı ki, bu muamele Defterdar'da Mora kıyılarını varıp, oradan Rumeli askerini alıp geleyim düşün­cesine ***
ürmüştü.

Eğriboz'da toplanmış Rumeli askerinin, kara yoluyla Ana-poli'ye ***
ürülmesini kendisinin onları oradan alacağını bil­dirdi fakatya bu bilgiyi haber alan Venedikliler veya tahmin etmek suretiyie olacak, gemilerini hızla Anapoli sahiline gön­dermek yolunu seçtiler. Bu bakımdan Mustafa Paşa bu nakli­yatı gerçekleştirme fırsatı bulamazken, Venedikli bir grup ge­mi, Çeşme limanına baskın yapmış ve bir hayli Osmanlı ti­caret gemisini ihrak yâni yakmaya muvaffak olmuşlardı.

Tabii bu haber çocuk padişahın kulağına vardığında, Def­terdar Mustafa Paşa artık kapdanı derya değil sayıldı Fazlul-iah Paşa bu vazifeye getirilerek Anapoli'dekİ kuvvetleri ve ik­mal malzemesini Girid'e taşıma İşi de ona verilmişti. Defter­dar Mustafa Paşa, doğruca yeni kapdanı deryanın emrine amade olmak üzere yanına gitdi. Böylecede donanma kuv­vetlenmişti. Sakız Adasına gitdiler lazım geleni aldılar. 28/eylül/1647'de Girid'e gelip, mücahidleri sevindirerek bi­raz rahatladılar. 1648 senesi; Girid savaşı açısından düşman üzerinde Osmanlı baskısının azaldığı, çünkü ada'ya ikmâl ve değiştirme birliği ulaştırma bakımından yavaş hareket edildi­ği kanaatini düşündürüyordu. Kandiya kalesinde savunmacı hristiyanlar, çıkış harekâtı yapıyorlar fakat her seferinde Ser­dar Küçük Hüseyin Paşada bunların dersini bir güzel veriyor­du. Küçük Hüseyin Paşa, bu çıkışları bir güzel savuşturmayı başarırken, İstanbul'a gönderdiği haberlerde acil ve kuvvetli yardım talebi yapıyordu.

Öte taraftan da, Kandiya kalesinin fethini temin etmek için ele geçirerek nisbeten rahatlamış olduğu Resmo kalesinden silah yardımı ve bunun yanında ordaki toplan, kara yoluyla nakil edip de Kandiya önüne getirme çabasını başlatmıştı. rSâkil işini hayli zorluklarla mücadele ederek gerçekleştiri­yorlardı. Fakat başardıklarında ise Kandiya'nın fethi mukad­derdi.

Venedikliler ise; İstanbul'dan gelecek yardıma geçit ver­memeyi temin için, bütün gemilerini Çanakkale önlerine ve kademeli olarak muhtemel yayılma alanlarına doğru devriye gezdirmekteydiler. Bu sırada ise; Amâoğlu Mehmed Paşa di­ye biri ortaya çıkarak, kapdanı derya olma kulisini başlatmış ve buna da muvaffakiyetle ulaşmıştı. Donanmayı Hümayun, 1648 yılına yeni bir kaptanı derya ile girmişti.

Venedik donanması Çanakkale önlerinde Osmanlı gemile­rinin açık denize çıkmalarını önlemek gayesi ile devriye ge­zerken çıkan bir fırtına Psara ada'ları civarında bunları yaka­ladığında perişan etmiş ve yirmisekiz gemisini deniz adetâ yuttuğu gibi kumandanları Batışta Grimani'de ölüm çuku­runda kalanlardan oldu. Bu Osmanlıların istifade edebileceği büyük bir fırsattı. Kendini toparlamaya çalışan düşman do­nanması, Girid'e lâzım gelen yardımı ve askeri yetiştirmek için gemilerimiz yanlarından bile geçse haydi uğurlar olsun demekten başka bir şey yapamazdı. Ne çâreki; bizimkilerin bu fırtınadan haberleri olup, olmadığı, şüphelidir! Çünkü; düşmanın başına gelen fırtına hasarının haberini alsalardı, hızlı hareket eder onlar kendini bir düzene sokana kadar üst­lerine giderler, denizin darbesi üstüne leventlerin sil'esi de eklenirdi. Fırtına da Ölen Grimani'nin yerine de başka Morisi-ni tâyin edilmiş ve bu amiral, filosunu toparlayarak Venedik­lilerin diğer bir filosu vede amirali Ciakomo Ramo ile birleşti, birlikte kuvvetli bir büyük filo teşkil edip, yine Çanakkale Ön­lerine dikildiler. Amâoğlu (Kör oğlu mânasına gelir) Mehmed ^aşa, Çanakkale boğazında bekleyen Venediklileri görünce

usulca tam tornistan eleyip, boğazdan içeriye kıvnlıverdi. Bu davranışı duyan İstanbul ahalisi, çok kızdı. Bu kızgınlık an­cak, Amâoğlu'nun idamı ile giderildiğinde târihler, 1648/ha-ziranmın/18. gününü işaret ediyordu. Tabii işaret edelimki bunların oluşu sırasında Sultan İbrahim henüz tahtında otu-ruyor ve sıkıntılı günleri çoktan başlamıştı.



Kadırga Mı? Kalyon Mu?


Tersanelerimizde yukarıdaki ara başlıkta sorduğumuz so­nun cevabı bir türlü verilemiyordu. Akıllı biri çıkıpda kos­koca Osmanlı devletisiniz. İkisindende yapınız. Ne çabuk muttunuz? İnebahtıda yakılan donanmamız için büyük vezir Sokullu Mehmed Paşa ne demişti? Ol devlet öyle bir devlet-tirki halatlarım ibrişimden, yelkenlerini atlastan, lengerlerini aümüşten yapar! Oturup, kalyonda yapın, kadırga da, hâttâ mavna'da neyiniz eksikki? Şeklinde bir diskur çekseydi,. Kalyon imalini İsteyenlerin, kafalarını taktıkları husus, Kal­yonlar savaş esnasında rüzgârın tesirinden istifade ederek, kadırgaların üzerine süzülüp, onları çiğnemekteler. Bundan dolayı bu avantajı biz de kullanalım demekteydiler. Kadırga imâlini istiyenler ise, Hazreti Barboros'u vede onun kadırga­larla nice düşman kalyonlarını perişan edip, denizlerin hâki­mi mutlakı olmasına misal olarak bakıyorlardı. Sanki denize tek lâzım olan gemi üstünlüğüymüş gibi.. Hazreti Barboros'u düşündüğümüz zaman karşımıza çıkan adetâ bîr insanüstü-lüktü. Preveze Savaşı esnasında, gösterdiği kerameti mer­hum amiralin kendi hatıratı ifade ediyor. 1649/1656 yıllan arasında Girid savaşı, donanmamızın ademi kifayeti yüzün­den bir türlü zafere ulaşamamış, hâttâ Ada'da vazife yapan Serdar Küçük Hüseyin Paşa, kara kuvvetleri bilgiler ve şeca­ati, gözü karalığı olmasaydı değil Girid'i fethetmek, kötü bir mağlubiyete duçar olabilirdik. Amiral Afif Büyüktuğrul, de­ğerli eserinde Çanakkale'de Boğaz Muhafızlığı komutanlığı ihdas edilmesini, denizcilik de geriye dönerek, Yıldırım Baye-zıd devrine avdet etmiş olduk. Çünkü o sıralarda Boğaz mu­hafızlığı makamı vardı. Demek suretiyle duraklama dönemi­ne, denizcilikte ki gerileme ile girdiğimizi işaret etmekte. İh­das olunan Çanakkale boğaz muhafızlığına Derviş Mehmed Paşa getirildi ve bu zat da hemen Kirte Tepe'ye dört tane top yerleştirmek sureti ile Venedik gemilerini topa tutup, Morto Koyunu ve Karanlık limandan kovmayı başarmak, donan­manın boğazdan çıkışına yol bulmaktı maksadı.

Doğrusu bu tedbir işe yaladı. Donanma toplarınında, Kirte Tepeden yapılan atışlar, Venedik gemilerini önce şaşkına sonrada kendilerini Beşike'ye çekmeye mecbur kıldı. Bu arada da Venedik donanma komutanı mürd oldu. Voynuk Ahmed Paşa; boğazdan çıkıp Girid'e muvassalat etmeğe gi­rişti. Yolda karşısına Venedik donanması çıktı, kesin netice alıcı bir savaşa girmekten imtina eden Voynuk Paşa, işinin mutlaka Girid'e yardımı ulaştırmak olduğunun şuuru için­deydi. Sakız Adasında Anadolu askeri Girid'e takviye kuvvet olarak gitmek üzere hayli zamandır beklemekteydi..

Bu arada nasıl bir emir geldiyse! Veya hangi sebebe müs­tenit olarak Voynuk Ahmed Paşa, Girİd yerine Foça üzerine dümen kırdı. Halbuki kalesi Venediklilerin elindeydi. Eğer Foça'ya girilmek istenirse, giriş yolu üzerindeki bu kaleden açılacak ateşe düşman donanması da karşıdan ateş açtığın­da bizim gemiler iki ateş arasında kalacaktı. Voynuk Ahmed Paşa yanında bulunan Cezayir ve Trablusgarb Beylerbeyleri­ni ve filolarını Midilli'ye sevk etmişti. Ondan sonra Foça li­manına girmişti. Çok geçmediki Venedik donanması geldi, yatmakta olan filomuzu bastı. Kale komutanı da toplarını üs­tümüze tevcih edip, gülleleri savurmaya başladı. Kapdanı Derya Voynuk Paşa, hemen düşman gemisine rampa ederek boğaz boğaza savaşa koyuldu. Diğer gemilerimiz ve içlerinde bulunan yeniçeri askeri, kaptanların hamlelerine, bizim cenkle işimiz yoktur demek suretiyle hem savaşa katılmadı­lar, hem de kaptanları yardıma bırakmadılar. Bu olay üzerine İstanbul'da sadaret değişimi oluyor, Kara Murad Ağa vezare-tiuzma makamına irtika ediyordu. Padişah olsun, ricali dev-I t olsun, Kapdanı Derya makamına bir denizciyi getirmenin lüzumuna inandılar nasılsa!

Bıyıklı Mustafa Paşa Girid adasındaki donanma ile İstan-bula gelmek üzere yola çıkmışken Kapdanı Deryalığa atanan uaydarağaoğlu Mehmed Paşa, iki kadırga ile İstanbul'dan, Girid ada'sına doğru yola çıkmıştı. Takvimler 15/mart/1650 senesini gösterirken, işi denizcilik ve deniz ticareti olan Vene­dik yirmi kalyon, sekiz kadırga ile Çanakkale boğazını tekrar ablukaya almaya başladı. Ancak gerek Abdurrahman Paşa­nın boğaz muhafızlığında Kepez ve Soğanlıtepede mevzilen-dirdiği toplar, düşmanı boğaz civarından uzak durmaya mec­bur kıldığı gibi ablukayı hayli boğaza uzak sularda yapmaya zorluyordu.

Haydarağaoğlu Mehmed Paşa; Girid'e yardım ***
ürmek için harekete geçtiyse de, yeniçerilerin muhalefetiyle karşı­laştı. Truva kıyılarına giderek oradan bulabildiği yardım mal­zemesini alıp Girid üstüne uzandı. 18/şubat/1651'de buraya 157 yeniçeri neferi, bir miktar para ve eşya getirebildi. Kü­çük Hüseyin Paşa; İstanbul'a yaptığı şikâyetin sonucu ola­rak, kapdanı deryanın tebeddülünü sağladı ve Hüsameddin-beyoğlu Ali Paşa makama getirilmişti.

Denizcilikten gelen bu zat, padişaha kalyon yapılması hu­susunda, ısrarda bulunmaktaydı. Kış olmasına rağmen 18 kadırga ile Girid adasına dörtbin asker taşımağa muvaffak °ldu. 13/haziran/1651'de de Girid'e o güne kadar getirilmiş Yardımların en büyüğünü getirdiğinde 30 kalyon, 38 kadırga ve 6 mavnadan müteşekkil bir donanmaydı emrinde olan.

Ali Paşa; Çanakkale Boğazı dışındaki yaptığı keşif saye­sinde düşmanın Anadolu ve Rumeli sahilinde mevzilenmiş toplar yüzünden ablukalarını, pek sıkı ve teşkilatlı şekilde kapamamış olduklarını tesbit etdi. Bu vaziyet karşısında pek burnaz bir tuzak hazırlama cihetine gitdi. Filosunu aldığı gibi hayli güney istikametinde uzaklaşacak, bu sırada Venedik fi­losu Çanakkaleyi abluka için, sahile nisbeten yaklaşınca, ge­rek yerleştirilmiş toplar gerekse, güney istikametinde uzak­laşmış filo, hızla bu gemilerin üstüne gelecek, akıbet Venedik donanması iki ateşarasında kalacaktı. Bu sırada Kara Murad Paşa; Küçük Hüseyin Paşanın yerine Serdar Tâyin edilmişti ki, donanmanın başında olduğu halde, Çanakale'ye gelmişti. Ali Paşa, kaymış olduğu güney sularında Mısır'dan dönmek­te olan onbeş adetlik filoyla birleşmiş ve kuvvetin ehemmi­yeti artmıştı. Kara Murasd Paşa; başında olduğu donanma­nın tanziminde de kalyonları birinci hafta, mavnalar ikinci hat'tı teşkil ederken kadırgalar ise üçüncü hatta dizildiler.

Kara Murad Paşa baştarde denilen gemiden, daha hızlı ve kolay manevra yapabilen, gemilerin arasında kolaylıkla ge-zebilen bir kadırgaya geçmiş böylece de emir ve komuta mevkiini bir mânada da gizlemiş oluyordu ve de, düşmanı böylece adamakıllı şaşırtmayı başarmış oluyordu. Nihayet; 16/mayıs/1654 senesinde, altı saat süren bir savaş meydana geldi Venedik donanmasıyla. Düşman donanmasında gemi sayısı büyük sınıftan olmak şartıyla 26 gemi idi. Başlarında Venedik donanmasının kıymete hâizlerinin arasında mümtaz bir mevkii olan Amiral Giuseppe Delfino komuta ediyorken, yardımcı subayları ise savşlarda pişmiş kişilerdi. Demir at­mış olarak beklemekte olan Venedik filosu, amiralin taktiği­ne göre donanmayı hümayun'un iyice yaklaşmasını temin İçin hareketsiz duracak, yeterli mesafeye gelindiğinde, demir alma yerine demirleri kesmek suretiyle hemen saldırıya ge­çerek, avlarını fena bir şekilde bozguna uğratmayı kuruyor­du, üstelik lodos rüzgârı bunları ümitlendirmekteydi. Bizim gemilerin görüldüğünde tasavvur ettiği gibi bir müddet bek­lemede kalan Amiral Delfino, vaktin geldiğini göz önüne ala­rak, 26 gemisine aynı anda demir kestirip, ilk hattında Ami-

23 Fransesko Morissini ve emrinde 8 kalyon olduğu halde 'den Murad Paşanın üzerine yürüdüler. İlk top sesleri du-Iduöunda, savaşın kanlı geçeceğini hissetmemek kabil de-"'ldi Topların ağzından çıkan mermiler, küpeştelerde pathaemilerin çeşitli yerlerinde de rahneler açıyordu. Bu ağır hasar verici bir mücadele olarak görüldüğünden, İki tarafda gözüne kestirdiği düşman gemisine rampa yap­mak suretiyle savaşı sürdürme eğilimine girdiği, saffı harbin sıralarında bir gayrimuntazamlık görünmeye başlamıştı. Meydan muharebelerinde önce iki mübarizin yâni, dövüşçü­nün çıkması suretiyle ve onların aldığı neticenin muhasımlar indinde meydana getirdiği moral tesirin, zaman zaman sava­şın neticesini gösteren âmil olduğu, harb menakiblerini anla­tan eserlerde rastlanan malumattandır. İşte bu misâlin üzere, Venedik kalyonu Akila Doro İsimli gemi, bizin Emîr Reisin saldırısına mâruz kalarak, bizim rampa etmemize mâni ola­mamıştı. Kılıç, kılıca, göğüs göğüse amansız bir cenk Do-ro'da cereyan etdi. Emîr Kaptan plânlı ve programlı olarak, leventlerinin bazılarını, düşman gemisini endaht ettirmekle, yâni patlatmak üzere görevlendirdiğinden vaktin geldiği işa­retini alınca büyük bir ustalıkla kalyonunu Akillo Doro'dan, büyük bir maharet ve hızla ayırmaya muvaffak oldu. Düş­man gemisinde bir tek yiğidini de, bırakmamak suretiyle işi başarması birlikte mücadele yıllarının verdiği tecrübeyi kuv­veden fiile çıkarma olarak kabul edilmelidir. Gemimizin düş­man kalyonunun yanından ayrılmasının hemen peşinden öy­lesine bir infilakla sarsıldıki, sulara gömülmesi dakikalar ile °lqülebilir kısalıkta oldu. Amiral Morosini, sularda boğulma-niakla meşgulken leventlerimiz; onu bu zor mücadeleden nalas edip, gemilerine çektiler. Yine bir başka kalyon kapta-nın"iız İskenderiyeli Mehmed Reis'in gemisi, ürsula Bona enture adlı Venedik kalyonuna rampa etmiş, Emîr Reis'in rampasında meydana gelenler bu rampada da yaşanarak, Bona Venture'de Morosini'nin Akillo Doro'nun akıbetine uğ­radı. Çok geçmediki Trablusgarb'dan gelen gemilerimiz bir Venedik kalyonunu esir etmeyi başardılar. Bütün bunlar olur­ken; güney istikametinde uzaklaşma taktiğinden hareketle, Ali Paşa yanında Mısırdan gelen filo ile birlikte kıyametin adetâ koptuğunun resmi olan, muharebenin yapıldığı sulara doğru hızla kaydı ve Venedik gemilerinin, diğer bordaları üzerine yüklenmeğe başladı.

Plân tutmuş, düşman iki ateşarasında tutulmuştu. Vene­diklilerin San Giorgi adlı kalyonu kumanda forsunu taşımak­ta olup, daha önce batmış gemilerden kurtardıklanyla hayli kalabalıklaşmıştı. Bunların hesabı Osmanlı Donanmasının amiral gemisini yakalamak ve donanmayı mağlubiyete du­çar etmekti. Halbuki Kapdanı Derya Kara Murad Paşa, de­nizci olmamakla beraber, önce cesur bir insan idi. Peşinden tecrübeye büyük saygı duyan anlayışa sahipti. Reislerin söy­lediklerini yabana atmıyor, icabında onların tavsiyelerini, bir cengâver olarak daha da mükemmel eştiren ilâvelere aklı eri­yordu.

Bu sebebden dolayı, kendisi amiral gemisinde olmayıp, daha hareketli bir kadırgada bulunuyordu. Buna rağmen Mu­rad Paşa gemilerin çoğunu, amiral gemisine sataşanlara göndermişti. San Giorgio üstüne gelen gemileri görünce ya­nındaki kadırgalardan ayrılıpda kurtulma yolunu aramaya başladı. Ancak çıkan dalgalar hasar gören bu geminin direk­lerinin kırılmış olması, dümen mekanizması ise komuta din­lemez bir arızaya girdiğinden, hem gemilere komuta edemez hâle düşmüştü hem de, başının çâresine bakma vaziyetine gelmişti.

içindeki muharipler, Osmanlıya esir düşmektense, ölümü seçmişlerdi. Bu bakımdan San Giorgio kaçamak dövüşüyordu iyi bir su yolu bulup, firara bakıyordu. Kendisine takılan qemiler beş taneydi ve Güney cihetinden, savaş sularına gel-rnİş bulunan Ali Paşa, bunların üzerine rota tutturdu. Bu beş nemiden her biriyle savaştı. Onların birini sakatladı, birini zaptetti. Bir diğerini batırdı, bir kalyon aldığı yaralar yüzün­den kendikendine battı.

San Giorgio ise bu kadar gemi batıra batıra gelmeye çalı­şan Ali Paşanın elinden kurtuldu. Kapdanı Derya Murad Pa­şa, düşmanın geri kalan bütün gemilerini yok etmek gaye­siyle takip altına aldı. Fakat çıkan pek büyük bir fırtına do­nanmamıza bunları yakalama imkânı bırakmadığı gibi fırtı­na, herkesin kendi başının çâresine bakması gerektiğini ha­tırlatır azametteydi. Fırtına sonrasındada Kara Murad Paşa; Foça limanına uğradı.

Orada işe yarar ne bulduysa gemilere yükleyip, ver elini Girid dedi. Girid'e vusulünde gazilerin sevinci görülecek manzaraydı. Kara Murad Paşa; sadnazam olarak nasb edildi­ğinden kapdanı deryalık Zurnazen Mustafa Paşaya tevcih olundu. Tabii bu zâtında denizci olmadığını söylemeye gerek yok herhalde. Bu Paşa; Kara Murad Paşa gibi yapmak iste­diyse de, meşverete önem verip deniz üstadlarına değer ver­mekle beraber cesareti medeniyesini Kara Murad Paşa sevi­yesinde tutamadığından, bir çok işi yarım bırakıyordu. Düş­manla çarpışıyor. Onları zor duruma düşürüyorsada, bitirici saldırıyı yapmaya cesareti kâfi gelmiyordu. Girid Adasına yardım ***
ürme yerine İstanbul'a avdet etmeyi tercihi göre­vinin elinden gitmesine sebeb oldu.

29/mart/1656'da vazife Halep Valisi Mustafa Paşaya veril­di. Bu Paşa, daha tersaneyi gezerken işin kendine uygun ol­madığını gördü ve en kısa zamanda da 1656 mayıs ayının 4. günü Mısır'a vali olarak kendini tâyin ettirmenin yolunu bul­du. Amiral Büyüktuğrul merhum, bu adamı târih, Kaçak Mus­tafa Paşa diye andığını, değerli eserinde zikretmekten kendi­ni alamamış. Muhterem okurlarım; Yılmaz Öztuna Bey; Os­manlı kapdanı deryalarının vazife alma listesinde, 71. kap­danı derya olarak eski sadrıazamlardan Kara Murad Paşa'yi zikreder ve 1 l/mayıs/1655'de yine sadarete yükselmesiyle son bulduğunu yazar. Akabindeki kapdanı derya olarak Telli Mustafa Paşa olup, bu 72. olarak vazife alan zât'ın, görev sü­resi ongun sürer ki; Büyüktuğrul âmiralim'in bahsettiği, Ka­çak Mustafa Paşa olarak anılan bu Paşa olmalıdır -73. Kap­danı derya olarak, daha sonra sadnazamlığa da getirilecek olan Zurnazen Mustafa Paşa'nin geldiği görülürki, bu zâtın 21/mayıs/1655'de aldığı görevide, 10 ay, 10 gün son-ra30/mart/1656'da bırakmış görüyoruz.

74. kapdanı derya olarakda listede 30/mart/1656'da vazi­fe alıp, 1 ay, 15 gün sonra, 4/mayıs/1656'da makamı, Topal Sarı Kenan Paşa'ya devreden Kara Mustafa Paşa'ya rastlıyo­ruz. Görüldüğü gibi deniz devleti olması gereken Osmanlı devletinin birbiri ardına ve umumiyyetle denizcilikden yetiş­memiş kişilerin idaresine verilmesi, acaibü'l garaibdendir de­sek yeridir.

Halbuki; Girid gibi bir mühim tabii üssün fethine teşebbüs etniş gücün ihtiyacının deniz kuvvetleri olduğu aşikârdır pek teessüf olunmalıdır ki; bu durum, asla ihmal ***
ürmez bir ehemmiyetle ele alınmalıydı, ne varki öyle olmadığı apaçık ortada! 75. Kapdanı derya olarak iş başı yapan, Topal Sarı Kenan Paşa, Girid Adasına 30 kalyon, 10 mavna, 40 kadır­ga, 20 beylik gemisi, ayrıca gemilere bindirilmiş hayli sayıda kara askeriyle yola çıktı. Güçlü bir görüntü sergileyen do­nanmayı hümayun teçhizat bakımından hayli eksik halde idi. Tam tersine Venedik gemileri, denizci milletin gerektirdiği güç ve zindelikte idi. Lazzaro Mocenigo, Antonio Barbaro, Pi-

Contar, Guiseppe Morisini gibi amiraller görevleri başın-bilmem kaçıncı defa leventlerimizin karşısına çıkıyorlardı. Bizim gibi zırt pırt kumandanı değiştirme yoluna gitmiyor-ı rdı Venedik donanması dediğimize bakmayın bu deniz kuvvetlerine bunlar buz gibi haçlı donanması olup, bu sefe­rinde de Malta şövalyelerini de aralarına almışlardı. 26/hazi-ran/1656'da Çanakkale önlerinde iki donanma karşılaştığın­da düşmanımızın gemileri, Morto Koyundan, Karanlık Lima­na kadar olan deniz sathında bir hilâl görüntüsü içinde saf tutmuştu. Lazzaro Mocenigo ortada yer tutarken, Barbaro ve Contari'yi yanlarda görüyoruz. Morisini arka safı, Malta Şö-valyeleriyle birlikte teşkil etmişleridi.



Bizimkilerin Hâli!


Eski savaşlarda yaptığımız gibi, kalyonlarımız ön safta mavnalar ortada, kadırgalarımız ise, en arka safta dizilmiş­lerdi. Gemilerin idaresi denizcilerde olmakla beraber, harekâ­tı askeriye yeniçeri ve kara askerlerine bırakılmış olduğun­dan, emir ve komuta zinciri bir parçadan da öte karışıklık içindeydi.

Nitekim; böyle olmanın mahzuru az sonra kendini göster-rneye başladı. Savaşı göze alan iki donanmanın, hedeflerinin ne olduğuna bakacak olursak, haçlılar donanmamızı Çanak­kale boğazından Ege'ye çıkartmamak dolaysıyla hem ticaret yollarını Osmanlı talan harekâtından muhafaza etmek hem de Girid'deki hristiyan savunmasına güç katmak için, Os­manlı askerinin her çeşit takviye almasını önlemekti.

Bizimkilerin ise; Girid'e gidip, yardım ulaştırarak fethin bir gun önce tamamlanmasını temin etmekti. Savaş; uzak me­safeden yapılan top atışlarıyla başladı. Rüzgâr düşman do-nanması üzerine yelken dolduracak şekilde esmeye başladı.

Durum hava ve deniz avantajı bakımından rakibimize gülü­yordu. Önceki savaşlar esnasında, boğazın rumeli ve anado-lu sahiline yerleşmiş topların, düşmanın ftöğazın içine kadar girmesine engel teşkil edemediği görüldü. Bu kadar zaman geçmesine rağmen topların caydırıcı olamamasının cevabı henüz bulunmadı üçyüzelli küsur yıldan beri..

Maalesef Kenan Paşanın komutasındaki donanmamız, Gi-rid'le ilgili deniz savaşlarının hiçbirinde bu seferkinde olduğu kadar perişan olmamıştı. En büyük düşman ise, gemilerimiz-deki yeniçeri oldu. Bunlar deniz alışkanlığı olmadıklarından, gemilerin ya savaş alanından kaçmasına yahut baştan kara edip, sahile çıkmaya zorladıklarından, mağlubiyete duçar ol­duk. Başarı gösterebilen gemilerimiz, ya içinde kara askeri olmayan veya reise bıçağını çekmeyenlerin bulunduğu ge­miler oldu.

Bu savaşın kaybının en feci tarafı, Çanakkale önierine pek uzak olmayan Midilli'yi Venediklilerin ele geçirmesi yanında Bozcaada'da aynı akıbete uğramıştı. Allah'dan haçlılar, bu fırsatı değerlendirme hususunda kısır kaldılar. İstanbul üstü­ne boğazdan süzülseler idi, İstanbul'un işi hayli tehlikeye bi­nerdi. Mektep kitaplarında denize bakan surların, düşmana heybetli görünmesi için badana yapılması, alınacak ilk tedbir arasında sayılmıştı. Neyse ki; Köprülüler devrinin başlaması­na az kalmıştı. Girid'in devamını o safhada okuyacağız.



Bulgurlu Savaşı


Bu eserin yazıldığı sırada yâni 1980'lerden sonra başlık yaptığımız Bulgurlu, artık İstanbulumuzun meskûn mahalleri arasında yer aldığından bundan böyle bu bölgede yerleşen İnsanların bulundukları arazinin hiç değilse 1650'li yıllarda kjr meydan savaşına şâhid olduğunu bilmeleri için ayrı bir Önem atfettik bu açıklamadan sonra gelelim vakayı anlatma­ya:

"Daha önceki satırlarımızda sipahilerin ve içoğlanların, ye­niçerilerle yaptıkları mücadelede pek feci şekilde kırıldıkları­nı anlatmıştık Bu vakanın adının Sultanahmed Vakası adı ol-duğunuda hatırlattıktan sonra bu olayın üzerinden geçen dö­nem içinde sipahi askerine yapılan bu, katliam Anadolu'da büyük bir üzüntü husule getirmişti. Gürcü Nebii ve Katırcıoğ-lu yanına topladığı seksenbin nefer eşliğinde isyan etti.

Hedef olarak İstanbul'u seçti ve yürüyüşe geçti. Üsküdar'a gelene kadar elli kadar büyük yerleşim merkezlerini yağma­ladı. Ahalisine eziyetleri tahammül edilmez derecelere vardı. Nihayet, İstanbul'un Anadolu yakasında bulunan Bulgurlu ve Çamlıca yakınlarında, ordugâhlarını kurdular. Saraya gön­derdikleri dileklerinde yetmiş kişinin idamını ve Halep valili­ğini isteyen Gürcü Nebii, bu talebleri yerine getirilmediği tak­dirde savaşın kaçınılmaz olduğunu bildirdi. Tabii ki hiçbir devlet böyle bir tehdid karşısında kaldığında ne yapar bile­meyiz amma, İslâm ahlakıyla mücehhez bir devleti temsil eden Osmanoğulları devleti, anlayacağı tek dil, kılıç teklifine karşı kılıcını gösterecekti.

Onlar da öyle yaptılar. Devleti âliyye; Defterdarzâde Meh-med Paşa komutasında hazırlanan birlikler teşkil edildi. Bu birliklerin sayısı hiçde Gürcü Nebii'nin kuvvetlerinin sayısın­dan az değildi. Çamlıca eteklerinde karşılaşan iki ordu, birbirine kılıç sallamaya başladıklarında kardeş kavgasını başlat­mış oluyorlardı, böylece de, müslümanlar kardeştir nazmı ilâhisini yine mü'min kimseler ihlâle tevessül etmişlerdi. Çar­pışmalar pek kanlı şekilde sürmekte iken Murad Paşa devlet askerine yardıma yetişti. Zaferin padişahın askerinde kalma­sına yetti bu yardım.

İsyancılar ümidleri kalmayınca her biri bir tarafa dağıldılar. Dört saat süren savaşın nihayetinde meydan her iki müslü-man gurubun ölü ve yaralıları ile dolmuştu. Pek enterasan-dırki; isyancılarla yapılacak savaşı, o dönem İstanbul ahalisi, yapılacak bir müsabakayı temaşa edecekmiş gibi pikniğe çı­karcasına arabalara doldurdukları aile efradları ve yiyecekle­ri, içecekleri ile birlikte meydana gelecek çarpışmaların ra­hatça görülebileceği alanları doldurduğu görüldü. Neyazık değilmi?

Müslümanlar birbirini kırarken böyle bigâne olmak ne ka­dar acı! Dini mübin'in istikametinde bir devlet olan Devleti âliye'ye isyan edenler, dinen doğru olmayan davranışa imza atmışlardır. Bunların cezalandırılması elbette devlet olmanın gereğidir. Sükunet, isyancıları tesirsiz hâle getirmenin peşin­den gerçekleşeceğinden, önce bunları yenmek lâzımdır. Bu vakada görülen odurki; isyancı güçler Anadolunun büyük bir kısmını ezerek gelip geçmişler, devletin merkezinin kapısına dayanmışlardı. Artık burada devlete sahip çıkmayan zihniye­tin, asilere dur diyecek meziyet karşısında hiçbir ehemmiyeti olamaz. Biz; asırlar sonrasında Çamlıca eteklerinde aynı mil­letin evlâdlarının, birbirini boğazlamasını seyredenleri de asla tasvib etmiyoruz. Yalnız suda âyân oluyorki, her devirde
Neyse; biz Bulgurluda isyancıların mağlup olup, dağılma­larının ardından padişah ordusunun kışlalarına çekildiğini bil­direrek bu vakaya noktaya koyalım.



Devletin Siyaseti


Görüldüğü gibi Padişah küçük yaşta olduğu için Kösem Valide Sultan bir nevi vâsi gibi ülke yönetiminde rol oyna­makla beraber, dinimizin ve işlerin muhtacı mecburiyyet kıl­dığı, istişareye baş vurduğu mutlaktır. Tabii bu istişare ve ic­ra heyetini teşkil edenlerin arasında sadrazamın yeri, her hal­de bir numarayı gerektirir.

Kaptanı Derya, Yeniçeri Ağası, Reis'ül Küttab, yâni harici­ye nâzın ve Nişancı, Defterdar gibi kimseler bu istişare ve ic­ra mekanizmasının uzuvları idi. Bilindiği gibi Sultan 4. Meh-med devri çok inişli çıkışlı bir dönem olduğu gibi ayrıca pek-de uzun bir zaman dilimini 44 yıl gibi bir bölümü kapsar. Şimdi bu uzun dönemde padişahdan sonraki adam olan sad-nazamların ad ve vazifede kalış müddetlerine birde akıbetle­rine sırasıyla atfu nazar eyleyelim: 4. Mehmed'in Sadrıazam-ları Mevlevi Sofu Koca Mehmed Paşa; 4. Mehmed'in sadaret makamında bulduğu sadrazamdır. Bunu görevinde ipka et­miştir. 1648 yılında Sultan İbrahim'in son günlerinde isyancı­lar tarafından sadnazam tâyin olunmuştur. Sultan İbrahim bir çıkış yolu olarak kabullenmiştir. Yukarıda yazdığımız veçhile padişahın cellâtları arasında yer almış olan Sofu Mehmed Paşa, makamı sadaretten 1649/mayısında azledilmiştir. Da­ha sonra boğdurulmuştur. Boşalan makama 1650 senesinin 8. ayına kadar sürecek 1. sadaretiyle Kara Murad Paşa geti­rilmiştir. Bu sadaret süresi 14 buçuk ay sürmüş, yerine 4. Murad'ın damadı Kaya Sultanhanımın kocası olan Melek Ah-rned Paşa gelmiş bunun dönemi de, bir seneyi bir kaç gün geçene kadar sürmüştür.

Yine damadlardan olan Sîyavuş Paşa 1651 senesi 8. ayın­da sadrıazam oldu. Ancak bu süre 45 günü ya buldu ya bul­madı! Siyavuş Paşanın bu kısa sadareti peşinden, nöbetin Gürcü Mehmed Paşaya geldiği görüldüki Haziran/20/1652 Gürcü Paşanın sadaretinin bitiş tarihi oldu. Bunun dönemide dokuz ayı aşmadı. Tarhuncu Ahmed Paşa da, 9 ay 1 günlük sadaretine iş başıyaptı. Koltuğu boşalttığında tarihler, 21/mart/1653'ü göstermekteydi. Derviş Mehmed Paşa; Sul­tan 4. Mehmed'in 7. sadrazamı oldu. Ancak sadaret müdde­ti, 1 sene, 7 ay, 1 hafta sürebildi. 8. sadrazamda bir damad idi ve adı tbşir Mustafa Paşa idi. Sadareti 6 buçukay sonunda nihayet buldu. Mayıs/1 1/1655'de, Kara Murad Paşa 3ay/9gün sürecek 2. sadaretine getirildi. Damad Süleyman Paşa; Kara Murad Paşanın 2. sadaretinden sonra 19/ağus-tos/1655'de sadrazam yapıldı. Bunun müddeti de, 6 ay, 10 günde tamamlandı. Efsane adamların arasında pek önemli yeri bulunan Deli Hüseyin Paşanın, sadareti, tam 6 ay sürdü. Bitiş tarihi, 5/mart/1656 oldu.

Peşine yapılan tayinle Zurnazen Mehmed Paşa Osmanlı tarihinin en az makamda kalan sadnazamı oldu. Bu sadaret, tam 4 buçuk saat sürmüştü. Aynı gün yapılan diğer bir tâ­yinle; 1 ay 22 gün sürecek sadaretine 2. defa olmak üzere damad Siyavuş Paşa getirildi. 26/nisan/1656 tarihi Boynu-eğri Mehmed Paşanın sadarete tâyin gününü teşkil etti. Bu zâtın sadareti de, 4 ay 19 gün devam ederek, 15/ey-lül/1656'dan, 30/ekim/1661'e kadar sürecek 5 sene, 1 ay, 15 günlük veziriazamlar arasında mümtaz bir mevkii olan Köprülü Mehmed Paşanın sadareti, 4. Mehmed'in 15. sadra­zamı olarak gerçekleşti. Yine uzun bir sadaret dönemin; kap­sayan Köprülüzâde Fazıl Ahmed Paşanın sadrazamlığı 3/ka-sım/1676'ya kadar 15 sene, 4 gün sürdüğünü görüyor ve Sultan 4. Mehmed'in 16. sadrazamını idrak etmişiz ve aynı zamanda ilmiyeden gelen, Fazıl Ahmed Paşanın sadaretini; Osmanlılığın ömrüne bereket katan dönemlerden saysak ye­ridir.

ecr i zâtın vefatı üzerine, bu aileye damad olmuş ve bu aile-etiştirilmiş bulunan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, kaim-"" derinin yerine sadaret makamına oturmuş ve 7 sene, 1 12 aünsüren ve 15/aralık/1683'de biten sadaret boğularak öldürülmesini de getirmişti. 2. Viyana kuşatmasının aynı zamanda serdanydıve burda ademi muvaffakiyet, hayatının onunu getirirken, Osmanlı devleti de, duraklama devrini belkide bu yıl tamamlamış oluyordu bir bakıma!

Kara İbrahim Paşa'nın sadareti; idam edilmiş bir sadraza­mın peşinden gelmiş 15/arahk/1683'de başlayıpda, 2 sene 4 qün devam ettikten sonra, 18/arahk/1685'de sonuçlanmıştır. Bu zatın arkasından Boşnak Aynacı Sarı Süleyman Paşa sadrıâli olmuş ve 1 sene, 9 ay, 6 gün sonra sadaretten infisal ettiğinde tarih 23/eylül/1687'yi göstermekteydi. Abaza Siya­vuş Paşa, Köprülü Mehmed Paşanın diğer bir damadı olup, 5 ay, 9 gün süren sadaretinden 2/mart/1688'de 4. Mehmed'in 20. sadrazamı olarak ayrılmıştır.

4. Mehmed'e son sadrazamlığını bu zat yapmıştır. Böylece tahta geçmiş olduğu 8/ağustos/1648'den, 8/kasım/1687 ta­rihine kadar tahtı Osmanide geçen müddeti 39 sene, 3 ay, 1 gündü ve bu uzun sayılan saltanatında yukarıda yazdığımız 20 sadrıazamla çalışmıştır.
Biyografinin Devamı İçin Tıklayınız

Geri
Henüz yorum yapılmamıştır.

Oylar:
Average members rating (out of 10) : Henüz Oylanmamış   
Votes: 0