osmanlı Teması
RSS
Siteye Giriş Favoriler
  • Büyük Tutkular Yeteneğinide Kendisi Yaratır.(Fatih Sultan Mehmed Han)
  • Davamız Kuru Bir Cihangirlik Davası Değildir Davamız Bilakis İslam Davasıdır(Ertuğrul Gazi)
  • Osmanlılar Kainat Tarihinin Gördüğü En Büyük İmparatorluklardan Birini Kurdular.
  • Osmanlı Başarısının İki Sebebi: Devlet Teşkilatında Mükemmellik Ve Askeri Teknikteki Üstünlük İdi.
  • Osmanlı Başarısının Asıl Sebebi: Adalet Düzenindeki Üstünlük Ve İnsaniliktir.
  • Osmanlı Bu Gün: Dünyanın Geri Kalan Devletleri Toplam Gücü Üzerinde Bir Kudrete Sahiptir.

Sultan Dördüncü Mehmed Biyografisi6

4. Mehmed Biyografisi6
4. Mehmed Biyografisi6
Çarpışma Vükü Bülüyor


Osmanlı serdar'ının yanma bir atlı, çatlatırcasına sürdüğü atından atlıyarak hemen huzura koştu. Bekletmeden veziri­azamın çadırına alındı ve biraz nefeslenmesini serdarın ken­disini hemen kabul edeceğini söylediğinde o yerinde durami-yordu. Getirdiği haber mühimdi, namaz gibi nasıl vakti giren namazı insan hemen kılmaz ve o arada emri hak vâki olursa o namazın borcu ile ahiret yolculuğu başlarsa, işte bu haberi vermeden ölürse orduyu islâmiyeyi tehlikeye atmış olur en­dişesi içinde sabırsızlıkla geçen dakikaları beklemeğe başla­dı! Haydi huzura gir! Dendiğinde, "üzün İbrahim Paşadan ha­yırlar ve müddeti ömrünüz uzun olsun duaları ile birlikte düş­mandan haber getirdim. Çatala benzer ayrı iki yoldan düş­man ordusu yaklaşmaktadır ve bizle aralarında üç saatlik bir mesafe kalmıştır" dedikten sonra, el bağlayıp kenara çekildi. Sadrıazam ve serdarı ekrem unvanı ile orduyu hümayun ko­mutanlığı etmekte olan, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Uzunca İbrahim Paşaya pek kızgın olduğundan gelmiş bulu­nan haberci yiğide berhudar olasın dedikten sonra vaktin geldiğini savaşın başlaması tedbirlerinin sonuncusunun tali­matını vermeye başladı.

Viyana şehrinde muhasaraya maruz kalmış bulunan Viya-nalılar, Kalenburg burçlarında halâskârlarlan askeri birlikleri gelince öyle bir sevinç gösterileri yapmaya başladılarki, bu­nu gören gerçekten kurtulduklarında ne yapacaklardır diye merak etmekten kendini alamazdı. Düşman; bol cephane ve hayli sayıda toplarıyla, yağmur gibi daneler göndermekteydi. Tüfenk kurşunları ise son derece mebzuliyette olduğundan şakır şakır ateşleniyordu. İki ayı geçen kuşatmanın yorduğu Osmanlı askeri, kumandan İle maiyeti arasında aşikâr olan anlaşmazlıkların faturasını ödemeye başladıydı ve bu ödeme kan ve can pahasına yapılmaktaydı.

Osmanlı ordusu sağ cenahında Budin Beylerbeyi üzün İb­rahim Paşa, saldırıya tahammülü kalmamış askerleriyle boz­guna yüz tutarken, sol kolda yeralmış bulunan Sarı Hüseyin Paşa uzun süre dayanmağa muvaffakiyet gösterirken, elin­deki kuvvetleri dağılmış olan Kırım hân'ı kuvvetlerinden mu­avenet göremediğinden onun tarafı da dağılmaya yüz tuttu. Merkezin cenahlarla yâni sağ ve sol tarafındaki mesafe açı­lınca bu boşluğu düşman kuvvetleri doldurmaya başladı ki, bu savaşın en mühim bir anı idi!

Eğer dağılmış sağ ve de sol cenahlar dışarı doğru dağıla­caklarına içe yâni merkeze kayarak derli toplu bir hareket takip etselerdi, merkez pek kuvvet kazanacak boşluklara gir­miş düşman askeri, adeta bir çarkın dişlileri arasında ezilip, öğütülmüş olacaklardı. Ne var ki; dağılma dışa doğru oldu­ğundan iç tarafda boşluk daha fazla büyüyor ve sadrıazamın ortada bulunduğu hedef adeta düşman askeriyle, ancak mu­kayese kabul etmez bir sayı farkıyla düşman lehine inkişaf etmekteydi.

Lehistan Kralı saldırıda bizzat bulunmaktaydı ve sadn-azam Paşa burada cesaretini ve metanetini ortaya koyarken nice parmaklar ısırttı. Altı saat burada yiğitleriyle omuz omu­za kılıç salladı. Cenah diye bir şey kalmamış ortada görü­nen, sadece bir merkez ve dere gibi bu merkeze akmakta olan insan seliydi. Sadnazam vuruşa vuruşa çekildi ve ordu­gâhına geldi.

Metris de kuşatma faaliyeti devam edenlerin otuzbinini derhal savaşa çekti. Düşman askeri hemen peşlerinden or­dugâha dalmışlar, kılıç şakırtıları, silah sesleri aynı Haço-va'da olduğu gibi burda da yaşanmaktaydı. Sadnazam Paşa savaşın gidişatına dâir kestirdiği karar kendini düşman üzeri­ne atmak ve şehadet şerbeti içmekle, dünyevi hesabı kapat­maktı. Peşinden vuruşmaya devama başladığında Sipahiler Ağası Osman Ağa;
Serdarı Ekrem'in geride bıraktığı eşyayı zâtiyesi, ordu ha­zinesi, ordugâhın onbeşbin çadırı üçyüz top ve nice malla birlikte, Köprülüler devriydi de. . Şimdi savaşın sonunun Tâ­rihi Osmanî Encümeni'nin 3. sene sahife 1007'den şu nakli özetleyerek alalım: "Müellifi bu harpte bulunmuş olan Mi-yar'üd Düvel adlı yazma eser kabahati üzün İbrahim Paşaya yükleterek şöyle diyor: ürdüğünü istemeyenlerin başında idi. Önce, Yanık-kaleT altında köprülerin muhafazasına tâyin olunmuştu. Ordu­yu hümayuna gelip, müşavere ettiklerinde ibrahim Paşa nice illet ve özürler yâni sebeb ve mahzurlar söyleyip, kâfir çoktur uygun olan, Metristen askeri ve topları çıkarıp dönmektir. Dedi.

Serdar ise; altmış gündür bu kaleyi muhasara etmekteyiz. Askerin yaralısı ve şehidi vardır. Her bir ocağın şehidieriyie etraf kabristana döndü. Bu kadar çok mal ve para harcandı. İş ele geçmek üzereyken dönersek padişaha ne cevap veri­riz dediğini beyan eder ve serdarın sözlerini şöyle bitirdiğini ifade eder: .."

Aziz okurlarım yine bu Viyana savaşının arka plânına dâir o savaşda yer almış bulunan Bursalı Hasan Esirî Mİyarüd Düvel adlı el yazması eserinden şöyle bir ifadesiyle sahifemi-zi süsleyelim ve ondan sonra bu ifadeler ışığı altında 319 se­ne sonra da olsa bir de biz tahlil etmeye çalışalım: Esirî de­mekteki; "dahi akşam oldu ve akıbet yâni sonunda Amca Hasan Ağa (Köprülü Mehmed Paşanın kardeşi) serdarı ekre-me buyur gidelim dedi. Sancağı Şerifi ve asakiri islâmı, sela­mete çıkarmağa sây eyle yâni çalış, şimdengeru iş işden geçti! îyazenbillah şimdiyse Sancağı Şerifi düşmana aldırısında kıyamete kadar siperi lanet oluruz! Dediğin de; Veziri­azam ağlayarak oturduğu iskemle üzerine çıkıp, bir koltuğu­na Amca Hasan Ağa ile bir koltuğuna Cebecibaşı Siyavuş Ağa girip ve bile olan cümle topian ve de cephaneyi bırakıp orduyu hümayuna avdet olundu" demektedir.



Bizim Tahlilimiz!


Viyana muhasarasının 2. si bildiğiniz gibi Osmanlı Devleti­ne bir gün dönümü yaşatmıştır. Yukarıdaki satırlarda Yanık-kale ve Komaron kalelerinin alınmasını iradei padişahi çıktı­ğını, Viyana'yı muhasara ve zapt teşebbüsü Merzifoniu Kara Mustafa Paşaya reisülküttap Mustafa Efendi tarafından ilka olunmuştur. Bu hususdaki muhavereyi geçmiş satırlarımızda okumuştunuz.

Tabii reîsülküttap efendi bu tavsiyeyi ve bu ilkaati yapar­ken büyük bir işin başarılmasını samimiyetle arzu etmekten başka bir hususu dile getirmemiştir. Sadrıazam ise bu ilka-ata, Kaanuni'nin yapmaya muvaffak olamadığını, gerçek kılma arzusu ile kabullenip giriştiği de bir vakıadır. Ancak bü­yük işlerinde haylicene etüd istediği, ilim ve irfan sahiplerin­ce malumdur. Sultan Fâtih'in İstanbul'u fetih çalışmaları sıra­sında, attığı güllelerin Cibali Baba adlı bir meczub tarafından; "gavurcukfanma zarar irişmesin" denilerek yine takdiri tecelli içinde tesirsiz hâle gelmesinde, alınacak tedbir Mevlâmıza tazarrudan başka ne olabilirdi ki?

Nitekim Sultan Fâtih niyaza başlamış ve "bu bir emri makdurun neticesidir. Ya giderim, ya gider" demek suretiyle Allahımıza yalvarır ve sonuç, İstanbul'un fethi olduğuna göre meczuba fren, Sultan Mehmed hân'ada fetih nâsib olmuştur. Merzifonlu da; bu misalde olduğu gibi iyi niyet ve zahiri ger­çeklerin her birine yapışırken kendini aşamamanın nice ser-had eskilerinin tavsiyelerine kulak asmayarak, kimini gücen­direrek, kimini de alaya alarak, nefsine eziyet etmiş çünkü kendine güvende pek ileri gitmiştir. Sonunda da; şimdi padi­şaha ne deriz sıkıntısına düşmüş, adetâ intihar edercesine düşman üzerine çalakılıç gitmiş, elhak bu hususda Yıldırım Bayezid'in Timur önündeki, şecaat ve bahadırlığını hatırlatır yürekliliği ve kılıç maharetini göstermeyi bilmiştir.

Bütün bunların yanında herkes kaderin üzerine yüklediği rolün icabatını yerine getirmiştir. Şimdi; veziriazamın Sanca­ğı Şerifi hâmil olarak, meydanı harbden uzaklaşmasından sonraki hadisatı takip etmek üzere yorumumuzu burada noktalayalım. Bütün bunların yanında hemen ilâve edelim ki; düşman ordusu Osmanlı'nın çekilmesi sonrasında yine İki kola ayrıldı ve bir kolu Viyana'ya girerken, diğer kol da, Os­manlı ordugâhını işgaletmeye koyuldu. Ne kadar güçsüz, ya­ralı ve hasta varsa çekilen arkadaşlarıyla gidememenin acı­sını çok geçmeden dindirdilerdi çünkü muzaffer olan haçlı ordusu, cibilliyetlerinin gereği olarak bu mukabeleden aciz insanları, tek tek öldürmek suretiyle bedeni acılarına son ve­rirken onların kaatili olma unvanını da almış oldular.

Muhterem okurlarım bu sayının onbin olduğunu hatırlata-limki, bu katliamın boyutu bütün varlığıyla hafızalarda Avru­pa vahşetinin bir başka versiyonu olarak yerini alsın. Çünkü; Mavi Tuna Vâlsinin bu zarif insanları bu katliamı nasıl yapar diye aklınızdan geçirirseniz, bu satırları hatırlarsınız. Efen­dim!



Mağlûbiyetin Şahıslara Tesiri


Osmanlı Devletinin savaş anlayışında gaalib kumandan mükâfaata hak kazanır. Mağlub olan ise umumiyetle hayatını celladın ellerine teslim eder. 2. Viyana kuşatması mağlubi­yetten sonra da tesiri devam eden mühim bir olay olarak, za-feryab olan bir kimse ortada görünmediğine göre mağlubi­yetin husulünde Paşa seviyesindekiler, en büyük cezaya el­bette mâruz kalacaklardı. O da, tabiiki kelleyi vermekti. Bu dökülme evvelâ veziriazam ve aynızamanda serdarı ekrem Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın padişahın katından gelen hediyelerle buluşması sonrasında başladı.

Padişah işi tam tahkik etmemiş sadrıazamı, büyük bir be­lâyı savuşturmuş olmanın rahatlığı içinde tebrike şayan bul­muş böylece hilat ve kılıç göndermişti. Merzifonlu; Yanıkka-le'ye geldiğinde takvimler 22/ramazan/1094-14/eylül/1683 târihini göstermekteydi, üzün İbrahim Paşa ise mezkûr yere veziriazamdan birgün önce gelmişti. Fakat veziriazam Yanık-kale'ye geldiğinde İbrahim Paşanın orda olduğunu öğrendi­ğinde, biraz sıkıldı ve yanına çağırttı. Ancak karşılık bulama­dı. Bu veziriazamın hiddetini kamçıladı. Gönderdiği haber ze­hir zenberekti! Çünkü; hastaysa arabaya binip gelsin! Ol­muştu. Çarnâçar İbrahim Paşa geldi. Yaşı hayli alıp yürümüş Paşaya hiç bir riayet göstermeyen Kara Mustafa Paşa: "Bre dinsiz koca melun! Seni bu kadar zamandan beri padişahı­mızın vezirleri arasında hayli himmeti var diye itibara lâyık görürdük! Bu sefer cümlesinden evvel kaçmak suretiyle as­kerin bozulmasına sebeb oldun, bir de burada ordu öncüsü gibi gelmiş oturursun!" Dedikten sonra tez boğun dedi. Hü­küm yerine geldi ve merhum Paşanın makamı, Budin beyler­beyliği Diyarıbekir valisi Kara Mehmed Paşaya verilirken, mal ve mülkü hazineye mâl edildi. Serdar; Yanıkkale'de üç gün kaldıktan sonra Tata Kasabasınada varıp oradan Bu-din'e geldi. Padişah ise gerçek durumu öğrendikten sonra Belgrad'dan Edirne yolunu tuttu. Bunu hiç de hayra yormak kabil değildi! Buna karşılık veziriazamın, gördüğü aksaklıkla­rı düzeltmeye çalışır, savaş da kusurlarını öğrendiklerini de bir bir cezalandırmaya başladığı görüldü. Zira padişahın gön­derdiği hediyeler, haylice üzüntüsünü teskine sebeb olmuştu. Düşmanın arkadan geleceğini tahmin ettiğinden de bütün kale ve palangaların muhafızlarını arttırıcı tedbirlere baş vur­du, ihtiyaçları hızla tesbit edip takviyeye koyuldu. Bu savaşın neticesi Osmanlı Ordularının avrupanın derinlerine bu kadar çok girişinin sonuncusunu teşkil etti. Artık duraklamaya ve hazindir ki daha sonraları da gerilemeye başlayacaktık.



Ciğerdelenin Kaybı


Kara Mustafa Paşa daha Budin'den ayrılmamıştık!, düş­manların bir iki adamı yakalandığında onlardan alınan ha­berlerle tahmini yapılan palanga ve kalelerin üzerine düşma­nın gelmekte olduğu tahakkuk etmiş oldu. Tahminlerin doğ­ruluğu, zaten oralarda tahkimat ve güçlendirme yapılmış ol­duğundan, ilâve tedbir olarak Budin Beylerbeyi yapılan, Ka­ra Mehmed Paşa kumandasına otuz bin kişi civarında seyyar bir kuvvet sevkedilmişti. Bu kuvvet bölgede devriye gibi ge­zecek muhtemel taarruz alanını tesbit ederek onlara saldıra­caktı.

Nitekim; Lehistan Kralının askeri ile Tuna Nehrinin sol ka­nadında hareket olduğunu haber almış bulunan Kara Meh-med Paşa hemen bu tarafa geçerek, saldırdı ve düşmanı pek fecii bir mağlubiyete uğrattı. Ciğerdelen namlı kalemiz bu za­fer ile biraz daha rahat nefes almaya başladığındaydi ki, alt-mışbin kişilik yeni bir düşman ordusu sökün etti. Kara Meh-med Paşaya tecrübeli Paşalar hemen Ciğerdeieni boşaltmak suretiyle karşıya Estergon Kalesi tarafında saf tutalımın tekli­fini ***
ürdülerse de Kara Mehmed Paşa ferman böyledir de­mek suretiyle bu teklifleri red etmiştir. Bir misli sayıca üstün düşman karşısında askerimiz ve nice değerli Paşalarımızın ibraz ettiği kahramanlık mağlubiyetimizi önlemeye, Ciğerde-îen'in düşmesine ve bu düşme teslim olma yoluyla gerçek­leşmesine rağmen katliamı meslek edinmiş gâvur buradada çocuk, hasta, yaşlı demeden yırtıcı bir katiiam uyguladı ki, bunun perde arkasını Safiye Erol merhumenin "Ciğerdelen" adlı belgesel romanından öğrenir ve denizlere gider akıtaca­ğınız gözyaşları.



Kırım Hân'ının Azledilmesi


Padişahın; Belgrad'dan Budin'e gelmesi gerekirken, Edir­ne'ye dönmesinin yukarıda iyi haber olmadığını söylemiştik. Buna bağlı olarak Kırım Hân'ı Murad hân'da bu hengâmede nasibini aldı ve hanlığını Kırım Giray'ın oğlu 2. Hacı Giray hân'a bırakmağa mecbur oldu. Esbabı mucibe şu idi:




Belgrad Ve Ölüm!


Ciğerdelen'in yürekler kanatıcı kaybından sonra Osmanlı kuvvetleri Estergon'a çekildi. Estergon savunması Kara Mehmed Paşa tarafından Deli Bekir Paşa'ya verilmişti. Ekim ayının ortasında Sadrıazam Belgrad'a kışlamak üzere geldi­ğinde, haçlı ordusu 29/ekim/1683'de Estergon önünde kur­duğu tertibatla bu kalenin kuşatmasını bilfiil başlatmıştı. Tek­lif edilen teslim ola, Deli Bekir Paşa'nın ret cevabı verdiğini herhalde söylememize gerek yoktur. Ancak; askerlerin Deli Bekir Paşa'ya ve Arslan Mehmed Paşa ile Zağarcı ve Sam-suncubaşı'nın, üzerlerine hücumla çarpışmak istemediklerini bildirdiler, kendilerine yapılan nasihatleri de kaale almadılar, üstelik teslim bayraklarını direğe çektiler. Saldırıya uğrayıp da cankarını zor kurtaran idareci zümresi böyle bir asker is­yanına ne yapabilirlerdi ki?

Bu soru her zaman herkesin kendisine^sorması gereken bir soru olduğunu hatırlatmadan geçemiyor insanoğlu fakat şunu .da hatıra getirmek icab ederki, Ciğerdelen'in mukave­met sonrasındaki teslimi ve katliamcı haçlı askerinin onbin-lere varan nüfusu canavarca bir raşe içinde katliama tâbi tut­masının bu Estergon Kale müdafiilerinin moralini bozmuş olabileceği de nazarı itibara alınmalıdır. Türkülerinin icrasın­da milletimizin ve bilhassa, Rumeli insanının göz yaşlarını göz pınarlarında bir elmas tanesi gibi parıldadığını ve az son­ca da kucağına doğru yuvarlandığını gördüğümüz olmakta­dır. Budin'e gelindiğinde Estergon hesabı, saldırıya uğrayan üst komuta kademesi ve askerlerin ocak Ağalarının itlaf edil­mesiyle sonuçlandırıldı.



Sadrıazam'ın Katli


Osmanlı başvezaretliği, bu günkü partileri pek andıran müessesedir. Bu makama gelen vezirler kendi ekipleriyle ge­lirlerdi başarıyı hep birlikte aralarında nimet külfet anlayışı içinde paylaşırlarken, başarısızlık ise veziriazamın iç kabine­si de denilen küçük nüvenin omuzlarına yük olarak binerdi. Bazen veziriazam'ın hesabı görülür, yâni hayat çizgisi sona erdirilir ondan sonra, iç kabinesi taşra görevlerinin mızılda-nacakları düşünülen yerlerine yapılırdı. Bu vazifeye gidişleri esnasındaki davranışları dikkatle takip edilir. Sessizce boyun eğip gittiği takdirde idaresi takibe alınarak ilk hatasındada sensin falan denerek, başı vücudundan ayrılırdı! Kimileri ise verilen tâyin emrine karşı temaruz eder, bir koruyucu araşti-rırsa da, umumiyetle bu çabası boşa gider, kendisine itibar iade ettirecek bir şefaatçi bulamazdı. Ancak bu arayışları da geçmiş hatalarına ilâve hatalar sayılarak kaydı görülürdü. Ama bütün bunların takipçisi olan padişahdan Önce, rakip ve gözü devirdiği veziriazamın makamına oturmak gayreti için­de olan vezirler bu yolun takipçileridir. Bir fıkra da denir ki en cesur ve aptal idareciler kimlerden çıkar? dediklerinde, ce­vap olarak Osmanlıda çıkar olmuştur. Nasıl? Diye soruldu­ğunda da, seleflerinin gövdesinden ayrılmış başlan yerde du­rurken, onlar mührü hümâyûnun kendilerine verilmesi için bekleşirler! Cevabı verilmiştir. İşte; Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'da, selefi vede kaimpederi olan Köprülü Mehmed Paşa ve kaimbiraderi Fâzıl Ahmed Paşa'nın yaptığı gibi padişahın yanında kendi muhaliflerini bırakmamak yolunu kullansaydı, arkasından padişah katında çevrilen fırıldaklara fırsat bırak­mamış olacaktı.

Anca aşırı güven, kibirinin kendine yaptığı oyunun, muha­lifleri Kızla/ağası Yusuf Ağa, Mirahur, yâni padişah ahırlarının büyük Ağası Boşnak San Süleyman Ağa hoşlanmadıkları /v\erzifonî'nin yerine gönüllerine yatan Kara ibrahim Paşa'yı koymuşlar ve ona yaklaşımları İbrahim Paşayı bu sadaret cezbesine çekmeye yetmişti. Kara İbrahim Paşaysa Merzî-fon'lunun, sadaret kaimakamliğını yapıyor ve kendi seçtiği bir görevli idi. Üstelik sadrıazamlar başkent dışına çıktıkla­rında, en kalitesiz, en beceriksizi yerlerine bırakırlardı, arka­sından bir dümen çevirmesin diye! Halbuki; böyle bırakılmış­ların yâni kendinden zekavetleri yetersizliğinden beklenme­yenleri, akıllı, uslu ve mert, vefakârların asla yapmayacağı entrikalara yakınlaşıyor ve emanete ihaneten vezirazamın manevi fors denizine yelken açıyordu.

Bunun böyle olmasında takdiri tecellinin rolünü de unut­madan ifade edelimki, Kara İbrahim Paşanın yukarıda geçen iki ağanın dolabına yakalanması Mustafa Paşalıların başına inecek felaketin başlama noktası oldu. Hiç şüphe yok ki; Ve­ziriazamın sadık adamları da yok değildi üstelik o damad'rla oisa büyük bir soy olan Köprülüzâde sayılabilirdi ve bunlara bağlı kimselerin, bu veziriazama kol kanat gerebilecekleri cezayı hafif atlatabilmesi için bir şefaat kanalı açabilirlerdi.

İşte bunlardan biri olan Kadıköylü Mehmed Ağa, kapı ket­hüdası olarak yâni bugünkü tâbirle genel sekreter makamın­da bir kimse olarak, veziriazama gönderdiği bir mektupda padişaha sunulacak hediyelerle kendisine durumun anlatıl­ması, telafinin mümkün olduğunun hatırlatılması tavsiyesi bizim yukarıda dokunduğumuz padişah katında, şefaat kapı­sının tıklatılması olarak âa mütalaa olunabilir.

Buna bağlı olarak, Mustafa Paşa, telhisçisini yâni bugünkü tâbirle başbakanlık sözcüsünü İstanbul'a gönderdi. Kara ib­rahim Paşa, telhisçinin İstanbul kapısına vardığını öğrendi­ğinde Kızlar Ağası ve şerikinin kendine vaad ettikleri sadaret koltuğuna oturmak için üzerine düşene kendini bezletti. İlk işi yanına koştuğu Kızlarağasına haberi verdi. Gmulur ki; ge­tirilen hediyeler padişahın sadrıazama muhabbetinin yenilen­mesine sebeb teşki! eder, Merzifonlu badireyi atlatır korkusu­na kaptırmıştı kendisini.. Kızlarağası gelmiş bulunan hediye­lerin padişaha takdimini geciktirmek yolunu bulduğundan İs­mail Ağa huzura çıktığında karşısında veziriazamın da aley­hinde yönlendirilmiş bir padişah olduğunun farkına varamadı taa ki padişah konuşmağa başlayana kadar..

Bazı tarihçilere göre İsmail Ağanın bu ziyareti başkent'te değil de, serhad şehri eski başkent Edirne'de vukubulduğunu kaydederler. Ancak işin bu noktada o kadar ehemmiyetli ol­madığını düşünebiliriz. Padişah, veziriazamın sözcüsüne sa­nırım kendinin haberdarı olduğu bazı vukuatı sorduğu peşin­den de gazabını ortaya seren hiddetli çıkışı, takriben şu söz­ler ile kendisini gösterdi. "Paşan da sen de yalancı bir alay melunlarsınız! Devletim yıkıp, ırzımı payima! edip askerimi kırdırıp, nice namlı Paşalarımın şehadetini, topraklarımın, kalelerimin düşman eline geçmesine de sebeb oldunuz! Alın bu adamı!" Emrini verdikten sonra; hışımla Harem'e çekildi­ği, târih sayfalarında yer almaktadır.



Bir Devir Kapanıyor!


Hiç şüphe yok ki, şu ifade Kara Mustafa Paşanın idam edilmemesini ortaya seren bir görüş olarak kıymet ifade ed­er. Bu ifade, Merzifonlu'nun katlettirdiği Üzün İbrahim Paşa öldürüleceği sırada, üzunçarşılı tarihindeki kayıda göre me-âlen şunları seslendirir: "Bu adam beni haksız yere öldürü­yor. Zayiatı, uğradığımız kayıpları telâfi edebilecek olan yine bu ademdir. Padişahımıza söyleyin aman buna kıymasın!" bu ifadenin en kötü tefsiri hayatını kurtarmak için Uzun İbrahim Paşanın böylece bir yol aradığını söylemek kâbilsede, ancak bu Paşanın hayat çizgisi böyle tabasbusa müracaatına tenezzül edecek bir kimse olmadığını gösteriyor ve de, ayrıca / erzifonlu'dan sonra yerine tâyini yapılanlar o makamı doi-durmağa kâfi gelmemesi de gösterdi üzün İbrahim Paşa en azından bu teşhisinde isabetliydi. Gazez Ahmed Ağa eline verilmiş olan idam fermanına hâmil olduğu halde Belgrad'da bulunan veziriazamın yanına geldi. O sırada

Kara Mustafa Paşa, imamı Mahmud Efendi ile henüz öğle namazına durduğunda göz ucuyla cihannümadan, gelmekte olan Gazez Ahmed Ağa ile beraberindekileri görüvermiş. İmama seslenmiş. "Namazı boz İmam Efendi işin tadı kaçtı" der. Gelenleri de hemen yanlarına getirtirler. Veziriazam hayli kalabalık heyette yeniçeriağasının dahi bulunduğunu gördü­ğünde Gazez Ahmed Ağaya sorar: Ne haber Ağa? Cevap ise: Sancakı Şerif ve mührü hümayun istenir! Cevabını venı. Sadrıazam Paşa yine sorar: "Bize ölüm varmidır?" dediğinde Gazez; "olmak gerek! Allah imandan ayırmasın" cevabını ve­rir. Bunun üzerine, Rıza Allahındır! diyen Merzifonlu namaza durdu. Korkuya kapılmadan edayı salat eyledi. Hizmetkârla­rına; beni duadan unutmayın deyip gönderdi.

Sarığını çözüp, kürkünü çıkardı. Cellatlar gelsin dedi. Sa­kalını kaldırıpda ipi boynuna kendi geçirdi. İşte o sırada pek kıymetli kaliçeye yâni küçük fakat değerli halıyı gördüğünde gelin bunu alın değerlidir. Millet malıdır. Kirlenmesin; deyip kaldırttı. Ondan sonra infaz gerçekleşti. Viyana'yı alma teşvi-katında bulunan reisülküttab Laz Mustafa Efendİ'de, Edir­ne'ye getirtildi ve Üç şerefeli Camii önünde selb edilmek su­retiyle idam olundu. Şunu da unutmamak gerekir ki; devlet baki insanlar geçicidir.

Hatta devletler bile baki olmayıp, târih sahnesinden za-nıan zaman çekilmiş devletlerin hikâyelerine de rastlarsınız. Hâttâ malik oldukları toprakları, beldeleri hâttâ şehirleri para karşılığında satan devletlerin bulunduğuna da, târih malumati içinde şahid olursunuz. Devrân ol devran diye söylenen bir deyimin varlığıda bilinmektedir.

Hayattan kaydı silinen Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın yerine veziriazam olarak tâyin olunan Kara İbrahim Paşa; Avusturya üzerine kendisinin gitmeyip, kumandan olmak üzere Yeniçeri Ağası Bekri Mustafa Paşayı tâyin etmişti ve Bekri Paşa Estergon'u istirdat gayesiyle harekete geçti. Avusturya harekete geçmiş ve Estergon'u almıştı. Oradan da Tuna'nın sol tarafına inen Brandenburg Dükü ve emrinde­ki kuvvetler, Kara Mehmed Paşa kumandasındaki askerleri­mizi mağlup edip, Vayçen Kafesini almış ve peşindende, Peşte (Budapeşte) yi almıştı.

Burda da durmak bilmiyen düşman kuvvetleri, Budin'in şimal taraflarına yâni kuzey yönüne geçip, Akklise civarında karşılaştığı Bekri Mustafa Paşa birliklerini de bozmaya şans kazandı. Şimdi ise, hedeflen Budin oldu. Budin muhasarası­na engel olmayada, uğraşmayı plânlayan Bekri Mustafa Pa­şa; Hamza Bey Palangasında hazır beklerken, Budin üzerine gitmekte olan Avusturya birlikleri ani bir yönelişle serdar Bekri Paşa üzerine yürüdü ve üstün vede baskın halindeki bu kuvvete, askerimiz pek fazla müdafaada bulunamayıp, bir hayli sür'at ve uzakça mesafeye ricat ederken bilemiyoruz, bir çok yerleşim alanını ve oralarda meskûn insanları, düş­manın insafına terkettiklerinin farkındamıydılar?

Şurası muhakkak ki, Avusturyalı komutan Budin'i sıkıştı­rırken hayli güvenlik içinde idi. Budin kalesi içinde hasta ola­rak yatmakta olan Budin Valisi Kara Mehmed Paşada, yata­ğına isabet eden bir humbaranın, verdiği ağır hasarla hayatı­nı noktalama durumunda olan Kara Mehmed Paşa, maiye­tinde bulunan Divrikli Şeytan İbrahim Paşaya Budin müdafa­asına devam etmesinin gerektiğini vasiyet etti. Bütün bunlar olurken; padişahdan gelen bir fermandan çıkanların insanın dudağını uçuklatacak kadar- tehditkâr olduğu görüldü. Budin giderse kellen gider tehdidinin, şehid olan Budin Valisi Kara Mehmed Paşayamı? Yoksa işi yeni devralan Şeytan İbrahim Paşayamı? Veyahut da sadnazamın serdar tâyin ettiği Bekri Mustafa Paşayamı olduğu pek malum değildi. Ancak; işe ya­radığını kimse inkâr edemezdi. Hemen Bekri Mustafa Paşaya askeri yardım hızlandırılmıştı. Bunun getirdiği gayret ve. kuv-vei mâneviyenin artması Bekri Paşayı 26/ramazan/1096-6/eylül/1684'de harekete geçirdi. Esek'ten yola çıkan Bekri Paşa kuvvetleri İstoni Belgrad'a geldiler. Oradan Dalderesi mevkiine indiler ve bazı küçük çarpışmalarda stratejik başa­rılar elde ettiler. Padişahın isteği olan Budinin içine asker koymağı gerçekleştirmek için iki kol halinde Abaza Siyavuş Paşa ile Rumeli Beylerbeyi Kadıköylü Mehmed Paşa komu­tasındaki askeri birlikler dağ vede ova yolundan düşrrvın üzerine ilerlediler. Hırvat güçlerini yenerek, Budin'dekiiere yetiştiklerini belirten bir haber uçurmayı sağladılar. Zaten bu vakanın iki gün öncesinde Serhoş Ahmed Paşa komutasın­daki serhad gaazileri kaleden yaptıkları huruç sonunda düş­manı tedirgin etmişlerken, bu yardımın geldiğini görmeleri ümidlerini büsbütün arttırmıştı. Bu iki Paşanın yanına Bekri Paşa da hayli yaklaşınca, genel bir taaruzla düşmanı yararak hem zafer kazanmak hem de kaleye askeri mebzul miktarda yerleştirmek gerektiğinde ittifak ettiler. Çünkü anlaşılan taar­ruzu artık kendine pelesenk edinen düşman karşısında, hep hazır olmak lüzumu hâsıl olmuştu. Teşebbüs Viyana Bozgu-nuyla maalesef küffar tarafına geçmişti.



Kahraman Paşalar

Yapılan plân düşman üzerine dört tarafdan saldırmak su­retiyle ve bunu beklenmeyen bir vakitte, süratle yapmak böylece de düşmanı adamakıllı şaşırtmaktı. İşe girişildi Siya­vuş Paşa ve Kütahyalı Osman Paşazade Serhoş Ahmed Pa­şa, Estergon kalesi istikametinden kaleye yalın kılıç yürümeye başladılar bu sırada hayli şiddetli yağmur yağıyor ve orta­lık bir çamur deryası halinde göz gözü görmez vaziyetteydi.

Diğer kumandanlar; plân mucibini havanın bu muhalefeti karşısında yapamadılar, bu sebebden de Siyavuş ve Ahmed Paşalar, düşman ortasında yalnızlaştilar. Fakat azimlerinden bir şey kaybetmedikleri de görüldü. Kaleyi çepeçevre muha­sara eden düşman kuvvetinin yekünü, yüzbin neferi aşıyor­du.

Paşalar cephenin bir tarafından kaleye yaklaşmak üzere yürüyüşün hızını arttırırken, kollan da omuz üstünde-baş ko-mamak üzere, artık danada hızlı inip kalkıyordu. Sanki birer otomatik kafa koparma aleti hâline dönüşmüşlerdi. Üst baş kan revan içinde olup, kendi aldıkları yaralarında farkında bile olmadan, kuşatmayı bir yerinden söküp geçtiler, bu ba­hadırlığı kale bedenlerinden gören yiğitlerde kale kapısını usulünce açıp dışarı fırladılar ve o cenahdaki düşman, iki pres arasında kalmış bir cisim gibi adetâ un ufak edildi. Sa­yısı bine varan asker kale içine gönderildi. Bu seçim önce gönüllülük şeklinde sonra da lâzım gelen vasıfları üzerinde toplayan bahadırların seçimi ile tamamlandı. Bu huruç vede Paşaların saldırısı düşman askerinin; beş bininin hayatını kaybetmesiyle sonuçlandı.

Bu arada düşman lağımcılarından biri esir olarak alınmıştı verdiği bilgiler sayesinde, konan lağımların yerlerini bulabi­len mücahidler, kale halkını ve kaleyi mutlak bir berhava kastedilmesinden kurtardıkları gibi bir hayli de barut elde et­miş oldular. Avusturya İmparatoru'nun damadı, Maksimilyen vire ile teslim olsunlar diye elçi yolladı. Bu elçinin; Fâzıl Ah­med Paşa hizmetinde yetişmiş daha sonra meşhur Sen ***ar da düşmana iltica etmiş biriydi. Elçi Şeytan İbrahim Paşayı mükellef bir sini içinde çeşitli yemeklerin bulunduğu sofrada buldu. Maksimilyen ise; ekmekleri olmadığı haberini istihbar ettiği, kalenin kumandanı İbrahim Paşaya ekmek gönder­mişti. Elçi mütelezziz yemeklerin süslediği sofrayı gördüğün­de "biz sizin ekmeğiniz bile yok diye düşünmnüştük" demek­ten kendini alamadı. Paşa ise onu sofraya davetle erzak çok! Beş sene yeter! Dün de bin kadar takviye askerimiz geldi. Daha ne istiyelim diye beyanlarda bulunarak sordu. "Sen ne İçin geldin?" cevap "vire ile teslim olunuz teklifini getirdim" oidu. Bu kale Paşalara değil kalede oturanlara teslim edildi Sultan Kaanuni tarafından onun için ağalara sor dedi. üzun-çarşılı târihinde yer alan satırlarda Ağalar şöyle konuşu ver­diler: "Padişahımız bizi bu kaleye tâyin ettiği zamanda kulla­rım Allah'a emanet olsun, kale'mi, bir hoş muhafaza edin dedi; yoksa düşmana verin demedi. Fütur getirmedik, şevkle harp ederiz,

Siyavuş Paşa içeri imdat gönderdi; zahiremiz vardır, bir neferimiz kalıncaya kadar harp edeceğiz. Allanın inayetiyle bu asker sağ oldukça size kale yok. Kumandanına öyie söy­le "cevabı ile gelen elçiyi geri gönderdiler. Budin muhasara­sına dört ay kadar devam eden yahudi Herzog Maksimilyen, kışın gelmesi, Kırımın idaresini yeniden tanzim eden, Murad Hân'ın yerine getirdiği 2. Hacı Giray hân meşhur Tatar Süva­rilerini Osmanlı ordusunda istihdama devam ettiğinden ve Kırım tatarlannında geliyor haberi Yahudi Herzog Maksimil-yen'in kuşatmayı kaldırıp geriye dönmesine yettide arttı bi­le.. Çekilmeye başlayan düşman askerini bazı komutanlarıy­la ve Kırım Tatarlarıyla takip ettiren, Serdar Bekri Mustafa Paşa bilhassa düşman artçılarının, yirmibinini kırdırmaya muvaffak oldu. Avusturya ve müttefiklerinin bıraktığı cepha­ne Budin Kalesine taşındı ve takvimlerin ise: 24/zilka-de/1096-2/kasım/1684'ü göstermekteydi. Bu arada Şeytan lakablı İbrahim Paşanın gösterdiği yararlıklar padişahın ma­lumatı dahiline girdiğinde takdire şayan olduğu hemen teslim olundu ve bunun ilk emaresi, lakabı olan Şeytan, Me-lek'liğe tahvil olunsun iradei seniyyesi vukubuldu. Peşinden Bekri Paşanın durumu yetersizlik olarak tesbit olunduğun­dan, serdarlık Melek İbrahim Paşaya tevcih olundu yine Bek­ri Mustafa Paşanın ve bazı komutanların, başarısızlıkları ha­sebiyle idamları hususunda karar çıktı. Sadrıazam Kara İbra­him Paşa büyük bir çaba gösterip, idamları iptale komutan­ları daha düşük derecedeki görevlere tâyine muvaffak oldu. Bekri Paşa Kanije Valisi olurken, Budin Valiliğine Arnavud Abdurrahman Abdi Paşa getirildi. Bu arada da Tökeii İm-re'nin üngvar ve bazı beldelerini de ŞuhStz adlı Avusturyalı komutan elinden aldığı görüldü. Bu Şhultz'un yirmîbeşbin ki­şilik ordusu yanında Lord Lotheringen ellibin kişilik askeriyle CIyvar üstüne harekete geçmişti.

Bu sırada yâni 1096/ramazan/ilk günül685/ağustos'unun ilk günü olup o hayırlı günde Osmanlı birlikleri Estergon Ka­lesini istirdat etmek için muhasaraya aldı. Dük Lotheringen kuvvetlerinin bir kısmını Estergon üzerine gönderdi. Diğerle­riyle üyvar önlerinde kaldı. CJyvar önleri bataklık olduğu için her iki taraf biribirinin üstüne gidemediyse de, onbeşbin kişi­lik avusturya süvarileri bir tatktik kurup Osmanlı ordusunun seksenbin askerini kendi üzerine celbetmeğe muvaffak oldu bataklığı yandaş olarak kullanmayı beceren avusturya gali­biyeti e!de etti. Arkasındanda üyvar muhasarasını yeniden tesis etdi. Sağlam bir kale olan Ciyvar ancak kırk gün daya­nabildi. Düşman savaşa savaşa kaleden içeri girdi kaledeki-İer teslim olmayıp ölümü seçti. Nice palangalarımız da bun­ların eline geçti.

Melek İbrahim Paşanın başarılan asker arasında sadarete geçebilmesinin konuşulduğu görüldü. Merzifonlu'nun yerine geçen Kara İbrahim Paşa üyvar'ın düşmesi hasebiyle, suçu Melek İbrahim Paşaya tahmil edip, ayrıca Avusturyalılara,padişah ve sadrıazama haber vermeden, Dük Lotheringen'e muahede yapma hususu için elçi gönderdiği haberi de gelin­ce, hakkında idam fermanı almak zor olmadı, muhar-rem/5/1097-2/aralık/1685'de hüküm infazolundu. Şimdi biz infaz sonrasında 4. Mehmed'in sadrıazama kinayesini buraya kayıtla işi bir takip edelim.

Belgrad'da infazın yapılmasından sonra kafa derisi yüzü­len baş, bal'a batınlıpda Edirne'ye getirildi. Veziriazama tes­lim edildi. Veziriazamda gümüş bir tepsiye koydurduğu başı padişahın huzuruna ***
ürüp de sunduğunda, her halde yap­tırttığı tahkikat neticesinde işin fesat tarafını yakalamış ol­malı ki; veziriazamına: "yüzün kara ve canın rahat olsun! Vü­cuda getirdiğin hüneri hoş gör" deyip başı sadrıazamına geri veriverdi. üzunçarşılı bu komploya dâir önem taşıyan bir şerh koymuş, merhum Cumhuriyet Tarihçileri arasında cid­den haklı bir şöhrete nail olmuş ve CHP mebusluğu yapma­sının yanında eserinin TTK'ca yayımlanması da göz önüne alınır ise buna inzimamen, Tanzimat Dönemini yazma zorlu­ğunun idrakiyle bundan nasıl kurtulurum diye kendi kendine söylendiği rivayetlerde yer alır. Her halde bu endişesinde sa­mimiydi ki, tanzimat dönemini yazmaya ömrü vefa etmedi. Onun bıraktığı yerdende Enver Ziya Karal devam ettirmişti ve tanzimatı o kaleme almış idi. üzunçarşılı hakkındaki bu bilgiyi verirken bu zâtın şerhinin mühim olduğunu çünkü kuvvetli bir araştırmacı olduğunu duyurmaya matuf olduğu-nuda ifade edelim. Şimdi şerhe geçelim: "Melek İbrahim Pa­şa hakkında, veziriazam ile Boşnak Sarı Süleyman Paşa itti­fak etmişlerdi; veziriazam kendisine rakib saydığı Meiek İbra­him Paşayı bertaraf etmeyi düşünürken gizlice kendisine sadnazamhk vaad edilen San Süleyman Paşa da; aynı rakip­ten kurtulmak istiyordu. Bunun için padişahın huzuriyle has­ta bulunan veziriazam hariç olarak Süleyman Paşa, şeyhülislam ve iki kazasker, yeniçeri ağası ve Köprülü Mehmed Pa­şanın biraderi Hasan Ağa ve kâtiplerden, Acemzâde Hüseyin Efendi, toplanarak görüştüler bu içtimada, Enderun Ağala­rından, Müverrih Fındıklılı Mehmed Halife'de hizmetkâr ola­rak bulunmuş ve gördüğünü târihine kaydetmiştir.

Müverrih; Süleyman Paşanın, Melek İbrahim Paşa aleyhin­de söyleyip katlini istedi; veziriazam da gönderdiği arizasın-da, katlini istiyor ve mizaçgir olan şeyhülislâm Ali Efendi'de onlara uyuyordu, bunlara karşı Anadolu Kazaskeri Ebu Said-zâde Feyzullah Efendi öldürülmeyip bir tarafa sürülmesini söyledi ise de ekaliyette kaldı ve katli için acele kapıcılar kethüdası yollandı. (. . ) Hüküm tebliğ edildiğinde İbrahim Paşa; iki rekât namaz kıldıktan sonra: "Yarab din ve devlete, kırk yıldır sadakat ile ettiğim hizmeti bilirsin, ömrüm ahar ol­du, hüsnü hatime müyesser kıl ve bana edenleri hazretine havale eyledim" diyerek oruçlu olarak boğulmuştur.

4. Mehmed'in veziriazamları birbirlerinin kuyuların! kazı­yorlardı. Nitekim; Kara İbrahim Paşa, Merzifonlu Kara Musta­fa Paşayı darı bekaya yollattıktan sonra Boşnak Sarı Süley­man Paşayla karşı karşıya kaldı. Padişah ise, bu sefer gizlice Süleyman Paşaya taraftar olmuş ve sadareti vereceğini ihsas etmişti. Bu arada da cidden İbrahim Paşadan sıtki sıyrılmıştı.
Biyografinin Devamı İçin Tıklayınız

Geri
Henüz yorum yapılmamıştır.

Oylar:
Average members rating (out of 10) : Henüz Oylanmamış   
Votes: 0