osmanlı Teması
RSS
Siteye Giriş Favoriler
  • Büyük Tutkular Yeteneğinide Kendisi Yaratır.(Fatih Sultan Mehmed Han)
  • Davamız Kuru Bir Cihangirlik Davası Değildir Davamız Bilakis İslam Davasıdır(Ertuğrul Gazi)
  • Osmanlılar Kainat Tarihinin Gördüğü En Büyük İmparatorluklardan Birini Kurdular.
  • Osmanlı Başarısının İki Sebebi: Devlet Teşkilatında Mükemmellik Ve Askeri Teknikteki Üstünlük İdi.
  • Osmanlı Başarısının Asıl Sebebi: Adalet Düzenindeki Üstünlük Ve İnsaniliktir.
  • Osmanlı Bu Gün: Dünyanın Geri Kalan Devletleri Toplam Gücü Üzerinde Bir Kudrete Sahiptir.

Osmanlı, Avrupalı bir imparatorluktu

Selman Kesgin'in sorularını cevaplandıran Prof. Mehmet Aydın, 'Unutulmaması gerekir ki, Osmanlı aynı zamanda Avrupalı bir imparatorluktu' dedi.
Selman Kesgin'in sorularını ceva...
Gelecekten Geleceğe dergisinin 2. Sayısı, “Medeniyetimiz” kapak konusu ile çıktı. Dergide, Selman Kesgin'in sorularını cevaplandıran Prof. Mehmet Aydın, “Unutulmaması gerekir ki, Osmanlı aynı zamanda Avrupalı bir imparatorluktu” dedi. Kesgin'in, “Batı medeniyeti ve İslâm medeniyeti yüzyıllardan beri bir etkileşim/ mücadele halinde. İslâm medeniyetinin üstün olduğu dönemler olmakla birlikte günümüzde Batı medeniyeti hemen her alanda baskın durumda. Bu gerileme durumu nasıl bir etki yaptı islâm medeniyeti üzerinde?” sorusuna, Prof. Aydın, şu cevabı verdi: “Hemen şunu söyleyeyim: Batı medeniyetinin her alanda üstün olduğu söylenemez. İslâm medeniyetiyle Batı medeniyeti arasındaki ilişkilerin mahiyeti konusuna gelince, bunun en büyük sıkıntısını, en büyük ezasını ve cefasını Osmanlı çekti. Özellikle 3. Selim'den itibaren, ama ağırlıklı olarak da Tanzimat'tan sonra. Niçin böyle bir acıya katlanmak zorunda kaldılar? Çünkü onlar birdenbire kendilerini çok zor bir hal içine buldular. Açıkçası dönüp kendilerine baktıklarında Batılılar nerede biz neredeyiz diye sorular sormaya ve bunlara varoluşsal boyutu derin olan cevaplar aramak zorunda kaldılar. Öte yandan, unutulmaması gerekir ki, Osmanlı aynı zamanda Avrupalı bir imparatorluktu” dedi. Dergide ayrıca, Prof. Dr. İskender Pala ve Prof. Dr. Recep Şentürk'le, “medeniyet” üzerine yapılan röportajlar da yer alıyor.
Gelenekten Geleceğe: Medeniyetimiz
Gelenekten Geleceğe dergisi 2. sayısının “Takdim” yazısı: “Tarihçi Eric J. Hobsbawm'ın isimlendirmesiyle “kısa yirminci yüzyıl”, bir medeniyet kriziyle başladı. Batı, bir yandan diğer medeniyetler üzerindeki zaferinin tadını çıkarmaktayken, diğer yandan insanlık tarihinin en kanlı savaşlarını doğuracak kadar da ıstırap içindeydi. Diğer medeniyet havzalarından İslam ve Ortodoks âlemi, yıkılan yüzlerce yıllık imparatorluklarının getirdiği bir mağlubiyetin sıkıntılarıyla kendi içlerinde ulusal hareketlerin zuhur etmesiyle parçalanmaktaydı. Konfüçyusçu dünya neredeyse tamamen esaret altındaydı. Gezegenin geri kalan kısımları da bu durumdan münezzeh değildi. Kısacası, dünyanın dörtte üçü, dörtte birlik Batı medeniyetinin tahakkümü altındaydı ve muzaffer Batı'nın da dörtte üçü, aynı medeniyetinin içe dönük sınıfsal, ulusal, kültürel tahakkümü altında ezilmenin getirdiği patlayıcı bir gerilimi taşıyordu. Bütün bir on dokuzuncu yüzyılı şekillendiren “sınıflar arası” ilişkiler, beraberinde doğup gelişen “uluslar arası” ilişkiler ile birlikte, 1914'ün, 1929'un, 1939'un yolunu hazırlamıştı. Böyle başlayıp küresel bir çatışmayla kurulan yüzyıl, huzursuz Batı düşüncesinin son meyvesi olan “medeniyetler çatışması” tezi ve onun etrafında değerlendirilip izah edilen savaşlarla son buldu.
Küreselleşmenin getirdiği kolaylık
Bosna'dan 11 Eylül saldırılarına dek bütün dünya entelektüelleri, Samuel P. Huntington'ın örtülü oryantalizmi üzerine tartıştı durdu. Amerikan Başkanı George Bush'un yeni bir Haçlı Seferi'nden bahsederek Afganistan ve Irak'ı işgale giden süreci yönetmesi, dünya kamuoyunda bir irkilmeyle beraber, bir uyanışa da sebep oldu. Birer muhayyel kavram olarak kabul gören “medeniyetler”, anlaşıldı ki, aslında sanılandan çok daha fazla anlam ifade ediyordu. Medeniyetçi düşünce perspektifi, yeni bir keşif olmamakla beraber, kadim birikimlerin siyasi ya da kültürel yönelimlerde aslında ne denli belirleyici olduğunun tespitini sağlayabilir, savaşlardan usanan toplumların düşünce dünyalarını aydınlatabilirdi. Nitekim sadece son on yılda, ilerleyen kitle iletişim ve ula­şım araçları sayesinde, dünyadaki seyahat hareketliliği yüzde yüz doksan dört artarak, tüm engelleyici teşebbüslere rağmen, başka insanların, başka yaşam tarzlarının, başka inanç ve değer sistemlerinin daha iyi anlaşılmasına zemin oluşturacak bir dinamizm oluşturdu. Küreselleşmenin getirdiği türlü kolaylıklar neticesinde, dünyadaki neredeyse bütün medeniyetler birbirleriyle ilişki içine girmeye ve birbirlerini siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan tanımaya ve hatta kelimenin tam karşılığıyla söylersek, karşılıklı olarak etkilemeye başladı. Dolayısıyla gerçek anlamda yirmi birinci yüzyıl, medeniyetler arası diyalogun küresel siyasi-ekonomik ilişkileri biçimlendirdiği kadar, küresel bir barışı da mümkün kılıp kılmadığı üzerine yapılan tartışmalarla başladı, diyebiliriz…
Medeniyetin sözlüklerdeki tarifi
Sözlükler “medeniyet”i, belli bir toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, fikir, sanat çalışmalarıyla ilgili niteliklerinin tümü; belli bir toplumun özelliği olan uygulamalar, düşünceler, bilgiler, ürünler, tutum ve davranışlar düzeni; geniş bir toplumun bütün bölümlerinde ortak olan dinsel, ahlaksal, estetik, teknik ve bilimsel nitelikteki toplumsal olayların bir bütünü olarak tanımlamaktadır. Medeniyet; yazı yüzü geçmişe, tuğra yüzü geleceğe bakan bir sikkedir. Medeniyet, bugünün köklerini dünün izlerinde görürken, nesiller boyu gerçekleştirilen toplumsal birikimin sunduğu aynı imkânlar sayesinde, geleceğin meyvelerini daha şimdiden görebilir olmaktır.

Medeniyet kavramını biçimlendiren düşünürler, birbirlerinden çok farklı kaynaklardan beslenseler de, konunun özü itibarıyla ittifak ettikleri bazı hususlar göze çarpmaktadır. İster İbn Haldun, ister Guizot, ister Spengler, ister Toynbee, ister Cemil Meriç referans alınsın, medeniyetin belirsiz sınırları, belirsiz içeriği ve belirsiz karakteri, bu konuda söylenen sözleri bir parça muğlaklaştırmış ve medeniyetten söz etmemizi güçleştirmiştir. Ancak yine de müşterek bir değerler manzumesi, bütün pozitivist norm ve kuralları aşacak bir “ruh bütünlüğü”nü görmemizi sağlamaktadır. Bugün hâlâ, ister Katolik, ister Protestan; ister Alman, ister Amerikan olsun, bir Batılıya baktığımızda, onun şahsında Batı medeniyetinin temsillerini görmemiz hiç de zor değildir. Bu mimaride, felsefede, toplumsal yaşamda ya da siyasette de karşılığı olan bir vak'adır. Aynı şekilde, bugün “gerçek anlamda” bir İslam medeniyetinden söz etmek istediğimizde, Anadolu İslamı ile Uzakdoğu İslamı bizlere bambaşka temsiller sunmaktadır. Dahası, sıcak çatışmalarla İslam âlemi içinde Müslümanlar arasında gerçek bir barıştan söz etmek güç gözükse de, Mekke'ye yönelerek yan yana saf tutulduğunda yahut sadece bir selam alınıp-verildiğinde dahi, aslında ne denli güçlü bir kardeşlik hissinin hâsıl olduğu anlaşılmaktadır.
Bu noktalardan cesaretle, şimdiden kehanette bulunmak pahasına söylemek gerekir ki, yirmi birinci yüz­yı­lın anahtar kelimesi “me­de­ni­yet” olacaktır. Son yıllarda dünyada olduğu gibi yurdumuzda da, “medeniyet” olgusunu daha çok tartıştığımız ortadadır. Bu konuda belli bir hassasiyet, belli bir kolektif bilinç, belli bir ilgi uyanmaktadır. Dergimiz ve mensubu olduğu Medeniyet ve Kültür Araştırmaları Merkezi (MEKAM) gibi düşünce mahfilleri, bu konuda her geçen gün daha derinlikli çalışmalar yapmakta ve yaklaşık iki yüz yıllık suskunluğun, çekingenliğin ardından, medeniyetimizin hattını, sathını yeniden yorumlamanın gayretiyle iştigal etmektedir.
İnsanın insan karşısındaki efendiliği
Bu minvalde, şayet medeniyeti, Cemil Meriç'in Soğuk Savaş koşullarının kötümser ruh hali içinde söylediği gibi “insanın insan karşısındaki efendiliği” olarak anlayıp yorumlasak bile, son on yıldır yaşanan insani ve maddi gelişmelerin/ilerlemelerin ardından kadim değerlere olan ilginin artışının nedenini görebiliriz. Gelişmenin sadece maddi ilerleme anlamında bir değişimle mümkün olamayacağı, aynı zamanda bunun bir değerler manzumesi içinde yaşanması gerekliliği artık yüksek sesle tartışılmaya başlamış bulunmaktadır. Bu değerler manzumesinin ancak bir medeniyet tasavvuru ile ortaya konulabileceği de aşikârdır. Birçok medeniyetin beşiği olan Anadolu'da var olan tüm kültürlerin katkısı ile kadim değerlerimizin üzerindeki şalı kaldırıp medeniyet tasavvurumuzun içini yeniden doldurma zamanı gelmiştir. Medeniyetimizin tarihsel seyrini yeniden ortaya koymak, hangi değerlerle ne şekilde tasavvur edileceği konusunda ülkemizin tüm aydınlarının bir dizi somut adımlar atması için dergimiz bu sayısını 'MEDENİYETİMİZ' temalı dosya konusuna ayırmıştır.
Dergimizin bu ikinci sayısında, medeniyete bir sosyoloğun, bir edebiyatçının ve bir ilahiyatçının nazariyesinden bakmamızı sağlayacak üç röportaj ile mimariden siyasi düşünceye, şehir yaşamının estetiğinden kitabiyata kadar birbirinden çok farklı, ancak tematik vurgusu bakımından bütünlüklü, zengin bir içerik siz kıymetli okurlarımızı bekliyor. Hâsılı, kadim bilgeliğin yolculuğu devam ediyor…”

Geri
Benzer Konular
Henüz yorum yapılmamıştır.

Oylar:
Average members rating (out of 10) : Henüz Oylanmamış   
Votes: 0